Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Ocak 2014 Pazar

LEFKADA , YELKEN / IUSTINIANUS

Meister von San Vitale in Ravenna.jpgHukuk Fakültesine giren tüm  birinci sınıf öğrencilerini bir Roma Hukuku korkusu sarar.  Güncellikten uzak gibi duran bu dersin esasında şu anda hayatımızın içerisinde olan Kara Avrupası Hukuku'nun temelleri olduğunu  tekrarlar durur zavallı hocalar ve kitaplar...Ve başrolde bir adam vardır o da I. lustinianus! Bu adam Corpus Uris Civilis'ı yazar veya yazdırır, genç  hukukçulara nasihatlar döktürür.  Gerçekten  V. yüzyılın sonları ve VI. yüzyıl başlarında  yaşamış bu İmparator  müthiş bir hukuk alimidir. Ama  birinci sınıf öğrencisi Tuba'nın tek derdi vardır Civilis "Çivilis" diye mi okunur yoksa "Sivilis" mi?  Gerisi nafile...Sonra bir gün okuduğum bir kitapta Justinyen adı geçer sürekli! Aaa!! ben de birden şarj eder, bu bizim lustinianus! İşte başka bir gözle yeniden tanırım onu!  O kocaman Roma Hukuk kitabı, niye bir zahmet esasında  meşhur hukuk temellerinin bu şehirde atıldığını söylemezmiş ya da biz mi anlamazmışız! Esasında Ayasofya'nın esbab-ı mucibesi olan bu adamın bu şehrin kaderini çizenlerden olduğundan niye bir kere bahsetmezmiş! Sonunda yaklaşık 1100  senelik  Konstantinopolis'i Jüstinyen sayesinde tekrar keşfediyorum! Büyük bir saygıyla   eğiliyorum eski sahipleri karşısında şehrin! Bu nedenle  Yunanistan'ın Ithaka adasının Vathi  şehrindeki küçük kafenin kasasıdaki adam "Are you from Konstantinopolis?" deyince hiç kızmıyorum, hiç art niyet aramıyorum,  kocaman bir gülüşle cevap veriyorum, hatta biraz gururla "Yes, I am from  Konstantinapolis!"

 
Yolumuzun üstündeki Yanya, zamanında Tüklerin
bol olduğu bir Osmanlı şehri!
Göl ve iklim harika!
Yunanlılar zaten artık kapı komşumuz, sınırlar önemini kaybetmiş sanki, cebinde vizen de varsa ne ala..Turkiye o tarafa akıyor. Hepimiz  sanki daha bir seviyoruz birbirimizi, serde kocaman bir Bizans, Osmanlı döneminde bu toprakları paylaşmışlık var... Ama bu sefer amaç ne yemek, ne içmek, ne de  kasadaki adamla politika laflamak... Bu sefer yelken öğrenmeye gidiyoruz, geçmiş senelerin tekne üstündeki cahillliğini, bilgisizliğini kenara atmak amaç.  Korku bilgisizlikten geliyor deyip korkularımızın üstüne gitmek hatta! Lefkada'dan teknemizi alırken işte böyleyiz hepimiz.. En küçüğünden en büyüğüne, en bilgilisinden en cahiline hepimiz mutluyuz ... Ilk dersimizi almaya başlıyoruz bile hatta halatlar daha çekilmeden...

 

Her limanda bir fırın!  


Lefkada'nın seçilmesinin bir amacı var.  O bölgedeki rüzgar ve deniz koşulları  yeni yelken öğrenenler için ideal.  Kapalı bir deniz adeta... Avrupada Yelken'den sevgili Serbülent ve Zeynep kanıma giriyor benim bahtsız yelken maceramı duyduyduktan sonra ve "Seni İon Denizi paklar" diyorlar geçen kış. Zaten onların işi bu! Yurt dışındaki destinasyonlardan yelken Flotila'ları yapıyorlar  ( www.avrupadayelken.com), ister kaptanlı ister kaptansız.
Syavota
Levkas dan çıktığımızda ilk durakladığımız yerden itibaren hep çok güzel deniz molaları verdik hem de yavaş yavaş sindire sindire yelken öğrendik. İlk gece bir bacağından karaya bağlanmış Lefkada  adasının Syavota limanında kaldık liman dediysem, bunlar küçücük ve genelde ailelerin işlettikleri iskele  yanı resturant tarzı  işletmeler, ama çok şeker....Tabii  ki daha ilk geceden deniz ürünlerinin tadını çıkartmaya başladık. Uzo ve güzel yerli şarapların da. İkinci akşam ver elini Kefolanya adası. Bu Ion denizin en büyük adası ve isim "Cephale" yani "Baş" manasına geliyormuş. En büyük numarası Truva savaşına giren  yandaki ada Itaka’nı kralı Odysseus'a destek vermiş olmaları!!! Adanın eline geçmediği devlet yok gibi, Roma İmparatorluğu, sonra  Bizans dönemi, Türk – Rus savaşından sonra Türkler, sonra Venedik Krallığı, iki yıl Fransızlar, hadi gene Türkler ve en son 1800’lerde 60 sene kadar İngilizler ve en sonunda Yunanistan tabii ki..Venedikliler tarafında yönetilmeleri sırasında özellikle sanat konusunda ada Italyan etkisine girmiş. Batılı yorumları tercih etmiş ve bu durum da sanata Yunanistan'ın diğer bölgelerinden farklı bir bakış açısı geliştirmesini sağlamış. 
 
 
İşte bu nedenle belki de, ikinci gece kaldığımız Fiskardo limanı insanın kendisini Yunan adasından ziyade İtalya'da gibi hissetmesine neden oluyor.   Lokantaların, dükkanların kalitesi  lokal sadelikten çıkıp biraz daha İtalyan şıklığına bürünmesi ve hatta menülerin farklılığı bile hemen göze çarpıveriyor.
Kefolanya Adasının Assos ve Mytos  tarafındaki denizin rengi  muhteşem ama sintinesiz yelken durumu fena...Açıkçası kalabalık yerlerde, denizcilik ruhunu pek benimsememiş kişilerin bu kuralı fena delmesine yol açıyor. Yüzerken tatsız misafirler görmemek için küçük, tenha koyları tercih etmekte yarar var. İnanılmaz bir denizaltı zenginliği var bu bölgede . Yanında Ithaki adasının bazı koylarında hayatımda görmediğim balıklar gördüm. Palet ve maske ile çocuklarla yapılan dalışlar, balıkları takip etmeler, herkesin heyacanla başka bir yaratık keşfetmesi benim  en sevdiğim kısım!  Bu balıklara bakıp bakıp sakın yalanmayın! Hatta bazılarınız bütün gün inatla Kavala'dan almış olduğu oltalarla çok ciddi caba da göstermiş olabilir! Ama bu denizlerin balıklarını tutmak için tek gerekli şey bence iyi bir zıpkın! Tabii becerebilene...
Kefolanya'dan sonra Odysseus'un adası Ithaka'da bir gece kalmaya karar verdik. Hedef Kioni! Aman ne mümkün! Akşamüstü saat üçten sonra özellikle İtalyanların bölgeyi basmış olması nedeniyle limanlarda bağlama yeri bulmak mümkün değil!
 
 
 
 



Olsun, biz de boynumuzu büktük ve Vathi'de kaldık! Çok da iyi ettik.. Bütün gün boyunca yelkenler açılmış, kapatılmış, rüzgar nerden gelirse ne olur diye kafalar yorulmuş, öğlen çoluk çocuk ( ve de Cumali:) )doyurulmuş,  deniz, güneş derken akşam o kadar açtık ki, bizi ancak Vathi'deki  Kholi pakladı. Adanın mantarları meşhur.. Ciğer gibi kızartıveriyorlar! Ve daha nice yerel mezeler...



Ertesi gün yelken yaparken artık teknedeki beyler  doğuştan denizci olduklarına kanaat getirmiştilerdi bile!  Ama deniz bambaşka!! Ruhundan dilinden anlamak gerekiyor. Aynı Serbü  ve Zeynep gibi.. Gerektiğinde yedi metrelik direğin tepesine çıkacak  yürek lazım efendim denizcilikte.. Yaaa??? İşte ben bunu yapan hanıma denizci derim esas:)




Ertesi günü küçücük Ataos adasındaki mağaralara dalıp kayalardan atlama yarışları yapıldı. Porte Leona'ya uğranıldı ve Kalamos yakınlarında alargada kalındı. Biz de gurubumuzun yogilerden oluşmasını kar sayarak hemen doğada bir yoga seansı patlattık.. İşte bu harika oldu...





Son gece ise çok şenlikli bir limanda kaldık... Porto Splia, sahilin üstünde yedik içtik, gece yarıları Fransızlarla edilen kavgaların hikayelerini  dinledik...Limanın üstündeki küçük köye tırmandık orada daracık sokakların arasındaki belki de en güler yüzlü ahaliyle selamlaştık...








 

Sonra dönerken Serbü'nün dediği gibi cebinizden tekne ahalisiyle başka hiçbir ortamda olamayacağınız kadar yakınlaşmanın keyfiyle ve belki de bilinmeyen taraflarımızın karşılıklı keşfiyle dönüyorsunuz. Yani senelerce arkadas kalsanız kimseyi teknedeki bir haftadaki dönemden daha iyi tanıyamazsınız... Biz de aynen öyleydik... 

Yunanlılarla hep bir "dost/ düşman" ruh hallerinde giden gelen ilişkimiz vardır. Hayatımda çok az düşmanım oldu. Hatta bir kaç seneye kadar hiç olmamıştı diyebilirim. Çünkü eğer birisinin bir yerlerde ister istemez tek taraflı veya karşılıklı olarak ayağına basmışsanız onun sizinle husumeti sizi o kadar da sarsmıyor, hınçlandırmıyor. Hatta hiç vazgeçmem, zaman içerisinde bu insanların mutlaka gönlünü de almaya çalışırım. Ama sırf siz "Siz" olduğunuz için sizden hoşlanmayan ve bu konuda  alınterinizle yaptığınız malınıza, mülkünüze  ve  sevdiklerinizle olan ilişkilerinizin dengesine, huzurunuza göz dikecek kadar hasta bir kişilik varsa (-ki valla varmış, bu karakterler filmlere özgü değil!) işte maalesef o,  dünya, ahiret kara listenin başında taht kuruyor.  Benim listem çok kısa ama listede yazanlar silinmeyecek kadar derin. Onlara kocaman birer teşekkür gönderiyoruz. Hayatımıza giren herkesin hayatımızda bir görevi var çünkü değil mi? Onların görevi de bu... Bize her ne gösteriyorlarsa o iyidir. Gel gör ki aşağıdaki tarif tabir-i caiz ise "Görevli"nin bana verdiği bir yemek kitabından...Nedense atmamışım... Ama tarif iyi, tarifin adı da :)
PASTA  ALLA PUTTANESCA versiyonu...

- 1 su bardağı siyah zeytin (ben kullanmadım bu nedenle " versiyon" diye tarifi adlandırdım)
- 1 avuç kapari
- 1 orta boy kase küçük boy çeri domates
- 4 diş sarımsak (ince kesilmiş)
- 8 tane ançuez
- Bol kekik
- Kırmızı pull biber

Zeytinyağını biraz bolca tutun... Mesela yarım su bardağı... Onunla sarımsakları çevirin. Zeytin tercih ediyorsaınız onları ekleyin (çekirdekleri çıkartacak elaman bulunması lazım tabii). Sonra hiç kesilmemiş domateslerinizi, sonra ançuezleri ekleyin. Ançuezler tamamen sosa karışsınlar, adeta erisinler. Kekik, pul biber ve kapari en son gelsin. Al dente makarnalarınızı süzün ve sosun içerisinde  karıştırıp kısık ateşte makarnanın sosu emmesine izin verin. Ben ançüez o kadar sevmem ama bu çok başka birşey oluyor tavsiye ederim.  




 

 

1 yorum: