Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

19 Ağustos 2014 Salı

The City ! New York! /Hindi

Ben tam bir Sex and the City hayranıydım..  Mutlaka daha önce yazmışımdır..  Benim sevdiğim tarafı hanımların arasındaki müthiş açıklık, samimiyet ve kendi gibi olabilme özgürlükleri! Yoksa ne ayakkabılar, ne de New York. Hatta ben New York'u son Kasım ayına kadar sevmezdim bile. Zaten çok gitmişliğim de yok ama kendimi köyden şehre indim misali  hissettiğim yegane şehir olmuştur. Sokakta yürürken çarpıp küfreden, agresiflikten birbirinin gözüne bakamadan yürüyen garip insanlar,  suç ve idrar kokan garip caddeler... Tam 2000 Eylül'ünde, yani  11 Eylül'den bir sene önceki hali buydu benim için New York'un. Nefret etmiştim... İki dostu görüp onlarla takılmasam şehirden her an kaçabilirdim bile... Herkesin yanlız olduğu kocaman bir kalabalıktı!

İnanın şehir değişmiş...Bence insanların ruh hali değişmiş son on dört senede... O şehir sanki dibe vurmuş ve tekrar bir ruh olmanın önemini kavramış. Dondurucu soğuğa rağmen bu sefer bana dost yüzünü gösterdi galiba şehir. Tabii belki de, dostlarımızı orada bulmamız da böyle hissettirmiş olabilir.

Fakat  Minneapolis'ten New York' a gelmeme rağmen gene bir "köyden indim şehire" ruh haline daha havalanında girdiğimi söylemem lazım.  Taksi ödemesini becermem, kavramam bile 10 dk  aldı.  İlk gunlerimizi ailecek New Jersey'de geçirdik.  Ulutin ailesi güzel, sıcacık bir oda hazırlamıştı bizim için,  bayıldık..  Sonra başladık gezmeye...




İlk gün meşhur bir Amerikan kahvaltısı edelim dedik.  İdil bir pancake hayranı. Bu nedenle Ridgewood'da yer alan Country Pancake Hause'a götürdü arakadaşlarımız bizi. Tıklım tıklım ama ününü hak ediyor açıkçası  www.countrypancakehouse.net...




Finnegans, Westwood NJ
NY'u gezmeyi hafta içerisine bıraktığımız için  kafasına NJ'in meşhur outlet mall'larına  takmış olan bendeniz, dişilerde salgılanan özel "alışveriş hormonu" nedeniyle kendimi mall'larda buluverdim.Zeynep'in mihmandarlığında önce Bergen Town Center sonra  Garden State Plaza 'dan vitaminlerimi ve siparişlerimi almanın verdiği rahatlama ile haftanın geri kalanını hepimiz  iyi geçirdik diyebiliriz.


Ödül herkese lazım diyerek bir akşamüstü çocukları ekip kendimizi  mahallenin Pub'ına attık. Çok uzun zamandır ayakta ıkın tıkın Pub muhabbeti yapmamış olduğumuzdan bu muhabbet pek iyi geldi.







NJ kocaman, derya deniz bir yer.. Esasında hayat hiç NY'ye geçmeden bile gayet iyi akabilir.  Yemek, içmek hoş.. Bir akşam Riveredge'deki Sanducci 'ye gittik hep bereber... Harika kocaman makarnalar yedik.. Tabakların kenarında uyuya kaldık.. Eee saat farkı adamı fena vurur...

Pazar akşamı West New York'da güzel bir Meksika loantasına gittik çoluk çocuk. Harika NY manzaraları yakalamak mümkün  buradan. Fotoğraf çekeceğim diye donarak içeri girdiğim için hemen bardaki Meksika kökenli barmenle margarita ve Türkiye muhabbetine girdik nedense. "Neredensin?"  lafının ardından bana ilk iş "Midnight Express" demez mi? Yüz metre öteden Meksika göçmeni  olduğu anlaşılabilen yüzü ve aksanı olan bu adama "Senin de insan hakları konusunda önde giden bir ülkeden geldiğin pek söylenemez, Gülüm !" demek geldi içimden .  Ama kibarım ve tatildeyim ya en fazla "Ben hiç Türkiye'de hapisanelerde tavus kuşu dolaştığını duymadım, görmedim... Geçenlerde yönetmen bile  "Yaptım ama pisman değilim" dedi.. Eh yani... " diyerek sırıttım. Artık arkada içkime tükürmemiştir umarım. Zira tadı pek güzeldi vesselam.

NY'a adımımızı atar atmaz kendimizi Hop On Hop Off otobüslerinde bulduk. Yürüyerek dolaşmak pek akıl karı gelmedi hiçbirimize. İstediğin durakta duruyor gideceğin yeri ziyaret ediyor sonra aynı duraktan binip turuna devam ediyorsun.  Pek şahane... Tabi bu arada aksanını anlayabildiğin bir rehberin otobüsüne düşmek pek mühim. Bizimkilerden biri Alman, biri Japon biri de Amerikalıydı... Fıkra gibi yani.



American Museum of National History
American Museum of National History çocuklar ve benim gibi hep çocuk kalmayı yeğlemiş olanlar için çok hoş bir yer. Dinazorlar, balinalar... Metropolitan Museum of Art ise gez gez bitmeyen dev bir okul adeta.

Ama bizim ana kız esas favorimiz MOMA oldu. Yarım günde sadece ikinci katını gezdik desem... Tabii dört bin metre kare olduğunu unutmamak lazım. Gel gör ki, Picasso'nun  keçisini görmeden döndüğümüz için halen içimde bir uhde kaldığını söylemem lazım.










Metropolitan Museum of Art
 
Sıfır noktası denilen Word Trade Center'ın alanı ve oradan sincapları ellerinizle beslediğiniz, Özgürlük Heykelini görebileceğiniz Battery Park'a bir yürüş hava ne kadar soğuk olursa olsun keyifli.. Financial District'deki takım elbiselilere turist halinle aval aval bakmak ise işin en eğlenceli yanı."Turistim ben ..Bak tatildeyim yani..." havalarında...


Battery Park
Biz Theater District'de kaldık. Bir akşam Broadway muzikali görmek adettendir. Bu nedenle biz de mutlaka bütçemizin yarısını bu biletlere vermeliz diye düşünerek Mamma Mia'yı görmeden gelmedik. Müzikal bence çok hoştu. Biletlere değer yeter ki içerde birşey içmeyin. O biraz acıklı oluyor!

Pastis
Bence Meatpacking District şehrin yükselen trendi. Dizayn oteller, hoş butikler ve güzel lokantalar. Buradaki Pastis'de bir akşam yemeğe yemeye mutlaka değer. Fiyatları da bana sorarsanız güzel. http://www.pastisny.com/












Benim diğer bir keşfim ise  Türkiyede pek rastlamadığım Pizette'ler oldu. Pidemsi pizzamsı bu pizallara pek bayıldım. Küçücük, süssüz  Il Forno Hell's Kitchen http://ilfornonyc.com/ bence tiyatro öncesi veya sonrası sıcacık bir yer. Pizette'lerınızı afiyetle ve cebiniz aşınmadan yiyebilirsiniz.











Bir öğlen ise yorgun argın  kendimizi attığımız Pigalle hoş bir Fransız çıktı diyebilirim. http://www.pigallenyc.com. Pigalle, Creme Brulee'si ve şarap soslu midyeleri  ile öğlen için fazla bile.. Yer bulunmayan bir mekan olduğuna göre galiba fena da tutulmuyor.

O perşembe  Şükran Günüydü.  Ve biz eşyamızı toplayıp NJ'ye Priceton'a geri döndük.  Esra'cığım kocaman bir Şükran günü sofrasıyla karşıladı bizi.  Hindi, tatlı patates püresi.. Ve gecenin sonu sucukla bitti. Türkler yakışır şekilde. Büyüklerimizin ellerini öpmeye bile gittik :)   Hakikaten ellerini öpünce Amerikalı yaşlı lady'ler bir kültür şoku yaşamadılar değil! Aaa ne yapalım biz de bayram böyle kutlanır  deyiverdik 105 çeşit  turtamızı yerken... Şükran Günü Amerika'ya gelen ilk göçmenlerin hasadı kaçırmaları ve fena halde aç kalmaları nedeniyle bu kıtada buldukları Hindi kuşunu çevirivermeleri, tatlı patatesleri ezmeleriyle gelenekselleşmiş bir şükretme günü.. Sofrada  o sene kime ve neye  teşekkürünü sunmak istiyorsan onu dile getiriyorsun.. O kadar hoşuma gitti ki! Şükretmenin gücü öyle yüce ki!

Esra ile saatlerce kurdukları platform Kanserla Dans'ı http://kanserledans.org/ konuştuk Şükran Gününde. Günün konseptine pek yaraştı. O ve Ebru birçok hastanın ve yakınının ablası, meleği olmuş! Hepimiz sağlığımıza şükrettik muhtemelen içimizden. Hepsinin gücüne dularımız güç katsın istedik!

Son akşamımızda ise Esra ve Gökhan bize senelerdir anlattıkları Philadelphia'daki Monk's Cafe'ye www.monkscafe.com götürdüler! Hiç ellerine ayaklarına üşenmediler  bir saat araba kullanarak hem de.. Çok eski, yüzlerce bira çeşidini bulunduran bu Pub'ın  güzel sohbetin yanında unutulmaz lezzeti dana yanağıydı.. Rezervasyon yok ayaktaki samimiyet hat safhada ama muhabbet tavana vuruyor!

Bunun üzerine bir hindi tarifi vermek geldi içimden. Münife Hanım'ın muhteşem mutfağından bana yadigar.. En "Elimi sürmem!" diyenin bile pişirebileceği kolaylıkta ... İşte Münife Hanım'ın hindi tarifi :

FIRIN HİNDİ:


Bir  adet en az 6 kiloluk hindi itinayla kasaba sipariş verilir. Mutlaka Kandıra olması lazım. Epilasyona özen göstermesi rica edilir! Gene de gelince ocak üstünde tütsüleme operasyonu yapılır. "Elin hindisiyle bu kadar samimi olamayacağım" diyenler marketteki donmuş hindilerden de alabilir. Ama lezzet taahhüdü aramayınız! Zira büyük bir hindinin tütsülenme işlemini ancak iki ikişi yapabileceğinizi de unutmayınız.
Sonra hindinin her tarafına güzelce yarıya kesilmis tam bir limonla masaj yapılır! Suyu üstüne sıkılır. Artık mayışmış olan hindi büyük boy fırın torbasının içerisine  yatırılmaya uygundur (Torbayı alırken dikkat!). Hindinin içerisine  kabuğu soyulmuş çok iri parçalara bölünmüş armut, elma, kabuğu soyulmuş kestaneler ve portakallar doldurulur. Yani temizlenmiş ve içi boşaltılmış bir hindi ile karşı karşıya olduğumuzu anlamışsınızdır. Fırın torbası  bir tatlı kaşığı un ile güzelce sallanır sonra içerisi hindi yerleştirilir . Torbanın içerisine hunharca diğer bir iki avuç soyulmuş kestane elma, armut ve portakallar atılır. Tepsinize ağızı torba klipsiyle kapatılarak yerleştirilir.  Fırın önceden en az 20 dk 180 derecede ısıtılır. Torbaya bir kaç çatal deliği açılır, şişince fırının üst ızgarasına değmememesine özen göstererek uygun yükseklikte tepsi yerleştirilir. İki saat bu sıcaklıkta hindinin kas durumuna göre arada pişme seviyesi kontrol edilir. Zira şimdikiler öyle çok da uzun sürede pişmiyor.

Sonra güzel arkadaşların ve ailenin varlığına şükredilerek, torba üstünden çıkartılıp sofraya konulur, malzemeler yanında sunulur. Servis için becerikli ellere devrolunur!