Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

20 Aralık 2010 Pazartesi

CİN FİKİRLER/ DOĞUMGÜNÜ ORGANİZASYONU


Resme tıklayan  bıdıkları görür!

Bizim evin küçügünün doğum gününü kutlayalı çok oldu. Genelde bizim icin hep hareketli ve eğlenceli bir gün olur.. Son senelerde hep Pazar kahvaltısı seklinde yaptıgımız doğum gününde bu sene iki tane yenilik vardı.. Biri pasta yapmak vey almak yerine Bağ pastanesine renkli kurabiyeler ısmarlayıp onları kağıda sarılmış, köpük kalıbına saplayıp üstünede bakkaldan aldığım şeker ve brownie leri çocuklara koydurarak servis yaptım.. Nasıl olsa büyükler cok pasta yemiyor.. Cocuklarsa kremalı seylerden ziyade kurabiye, kek ve sekerden daha cok zevk alıyorlar. Mum olayını ise Tchibo'dan aldıgım küp mumlarla hallettim. Cocukların nasıl saldırdıgını gorecektiniz.. Cok eglendiler.. Hem de kesme derdi, servis derdi yok!! Acaip tavsiye ederim. Büyüklere ise verin bir cheesecake!! herkes memnun!
İkinci farklılık ise çoçuklara organizasyon yapmak için Söz Danışmanlıktan yardım almamız. Geçen sene İdil Sehan Şeşen anısına Kanlıcada kurulan dernekte 3 aylık bir resim kursuna katıldı. Inanılmaz eglendi ve öğrendi.. Hiç yaratıcıklarını kısıtlamadan, son derece sevecen bir ortamda ve resimle ilgili detayları adeta bir sanat tarihi formatındaki ciddiyetle.. Lutfen bu harika yeredeki aktivitelere ilişkin http://www.serhansesen.com/ web sitesini ziyaret edin.. Burada Söz danışmanlıkla tanıştım... Gelip doğum gününde istediğiniz formatta sanat aktivitesi yapıyorlar.. İster İtalyadan bir gün diyerek Venedik maskeleri, İsterseniz Japonyadan bir gün diyerek origami.. Onlarca alternatif var... Yaklasık bir saat sonra birbirine satasmaya başlayan cocuklara eğlenceli ve yararlı bir gün geçirmelerini sağlamak için ideal bir organizasyon. İsteyenlere aşağıda detaylarını geçiyorum... Herşeyi iyi yapmaya çalışan annelere kolaylıklar dilerim.

Gülçin Uslu Eskigülek
SÖZ Eğitsel Rehberlik Araştırma ve Danışmanlık
Yaşama duyarlı ve yaşamın farkında çocuklar yetişmesine katkıda bulunmak için
Direkt Tel: 0216 414 26 30
http://www.sozdanismanlik.com/

--
10/08/2010 04:38:00 AM tarihinde Tuba tarafından Çalışan Kadın'ın Günlüğü/Coffee, Tea, Me adresine gönderildi

PINAR İÇİN PESTOLU MAKARNA


Canım Arkadaşım Pınar bir sabah odama dalıp "Senin bu blog işini çok takdir ediyorum. Yemek yapasım geliyor" dedi bana. İnanılmaz hoşuma gitti. İnsanoğlu... kendi için yaptığı bir şeyin dahi başkaları tarafından takdir edilemesi tabii hoşuna gidiyor. Pınar yemek yapmayı sevmez.. Olur.. Bu kadınlara mal edilmesi gereken bir olay mı? Ben elini yemeğe değdirmeyen kadınlara bayılıyorum.. Çünkü bu bir zevk.. eğer sevmiyorsan tabii yapmayacaksın.. Karın doyurmanın kırk tane ve zevkli yolu var.. Bu nedenle "Kadın dediğin yemek yapar" zihniyetine külliyen karşıyım.. Ama eğer Pınarcığımın canı yemek yapmak çektiyse işte tam ona uygun olduğunu düşündüğün acaip pratik bir tarif. Bak Pinar, sen şimdi;
1 kutu krema
1 kutu rokforlu krem peynir
1 kavanozda Pesto sosu alıyorsun
Bu arada son derece iyi yemek pişiren, kibar komşum İrfan Bey'in bana hediye ettiği Quik From Scartch - PASTA kitabındaki Pesto nun ne demek olduğunu anlatan paragraftan sana bahsetmeden geçemeyeceğim.. Çünkü beni çok aydınlattı.. Diyor ki " Geleneksel Pesto sosu pişirilmemiş Genevo usulu bir sostur ve fesleğen , zeytin, sarımsak, peynir, çam fıstığı ve zeytinyağının ezilmesiyle elde edilir. Ama kelime anlamıyla Pesto ya baktığında "ezilmiş"manasına gelir. Ki bu da genel olarak taze baharatların çeşitli fıstıklarla ezilmiş halidir. Yanii bildiğimiz maydonozla da yapılmış Pesto sosları var. Sen şimdi İtalyan lokantasında Pestolu makarna ısmarlarken garsona "Ne'li pesto?" diyerek havanı atar mısın, atmaz mısın? At valla.. Hatta şefi çağır benim için arada çaktırmadan onun Pestosunun tarifini bile al..
Genişçene bir çelik tencerede kaynamış su ve tuz yapıyorsun ve istediğin Barilla Integrale'yi haşlıyorsun.. Lütfen Mina'cığıma Integrale yedir.. "Bu tam buğday hususunda Tuba Ablanın takıntası var kızım, yapacak bir şey yok " diye izah edersin ona..O anlar.. Sonra fazla haşlanmamış makarnanı süz ve yukarda ateşte erittiğin karışım sosunu bu makarnaya ekleyerek ocakta biraz karıştır. Servis yaparken üstüne taze karabiber de serptin mi İstanbul da üstüne şef tanımam. Sevgiyle pişirilmiş her yemek güzeldir... Sen ne demek istediğimi bildin:) Bunu beğenmeyen olursa beni görsün tatlıcım!!!

--
10/08/2010 12:45:00 PM tarihinde Tuba tarafından Çalışan Kadın'ın Günlüğü/Coffee, Tea, Me adresine gönderildi

NURİYE ANNE'NİN MUTFAĞINDAN/ BÖREK


 
Herkes hazır yufka ile yapılan bir tarif az çok bilir. Ama nedense bu basit tariflerin çok azı büyük alkış görür. İşte geçen Pazar Nuriye Anne de yaptığımız mükellef kahvaltıda sunulan ıspanaklı börek kişi başına 5 dilim yedirtecek kadar lezzetliydi. Hemen kolları sıvayıp buradaki püf noktayı öğrenmeye çalıştım. Ve galiba anladım da... Cinim ya.. Malzemeler söyle;
3 yufka
3 yumurta
1 şişe maden suyu
İçine konulacak malzeme peynir, kıyma, ıspanak veya patetes peynir karşımı
1 paket margarin yada eşit miktarda tereya
Tepsiye 1 tane yufkayi yanlardan sarkıkatarak yay. Tekrar içine yarım parçalayarak yufkayı koy. Malzemeyi üstüne yay. Kalan yufkayı ustune ser ve alttaki yufkanın yanlarini ustune kapat. İŞTE İP UCU GELİYOR: Böreği küçük dilimler halinde kes. Yağı erit kaşıkla kesilmis yerlere dök. Biraz dinlenecek.... Yumurtayı çırp ve içine sodayı koy. Kabarmış köpüklü suyu böreğe dök. 150 derecede ısınmis fırına at. Ustu kızarınca al. Ispanakla yapıyorsanız soganla kavurmayı ihmal etmeyin! Kıymalı ise yine soğanla kavur tuz ve karabiber ekle. Pateteste ise patetesleri hasla beyaz peyniri peyniri koy ve ez. İşte sadeliğin vuruculuğu.. hiç bir abartı yok. Ama baklava kıvamında bir börek var..

--
10/10/2010 02:16:00 AM tarihinde Tuba tarafından Çalışan Kadın'ın Günlüğü/Coffee, Tea, Me adresine gönderildi

CİN FİKİRLER/ PERSONAL SHOPPER ESRA - SUFLE


Ben hep diyorum ya benim çevremde çok akıllı ve cin fikirli bir sürü çalışan kadın var, Esra bunlara tam anlamıyla uyan bir tanım. Hem de bir işi değil iki işi var, onun dediği gibi "side" bir iş bu... Ama bana kalırsa o kadar yaratıcı ki.. Aslen tekstil işiyle New York un göbeğinde uğraşan, "kariyer de yaparım çocuk ta" tanımına uyarak iki tane de mukemmel kız çocuğu yetiştiren bir arkadaşım. Zavallı Esra senelerce Turkiye'ye yaptığı tatil gez,lerinde bizim siparişlerimizi taşıdı. En sonunda bundan kendine bir "cin fikir" çıkardı ve bu işi ticarete döktü. Bir web sitesi açtı ve şimdi istediğiniz her şeyi hatta belki de çok ne istediğinizi bilmediğiniz şeyleri sizin için New York 'tan alıp gönderiyor Yani tam bir Personal Shopper. Çocuklara Türkiye'de olmayan vitaminler mi lazım? Esra aranacak... Amerikada çok çok daha ucuz olduğu düşünülen veya Türkiye de bulunmayan hit çantalar mı alıncak? Esra aranacak... Bununla da kalmayıp web sitesinin üyesi olursanız sizi ucuzluklardan ve promosyonlardan da haberdar ediyor.. Bu işlerdeki en kritik nokta Türkiye'ye olan kurye meselesidir.. Siz onu dert etmiyrsunuz Esra evinize teslim diyor. Hem de gerekirse elden. Türkiye ye kurye masrafı yok, hizmet ücretine dahil... Siz bir düşünün derim. On parmağında mutalak on marifet olacak ya ( çıtası yükseklerde olan versiyon efendi bu hatun!) Bu hanım üşenmeyip bir güzel yemek yapıyor. İşte son dönemde Facebook'ta ikide bir bahsettiği güzel suflesinin sırlarını gönder bana.


Çikolata Sufle deyip geçmeyiniz. Ve adec balık lokantalarınız yenecek kadar zor bir olay olduğunu da... Ama sufle Fransız mutfağında fenomen. Neden? Gittiğim Fransız mutfağı kursunda( Cookbook'ta... çok da iyiydi ama primtif usullerde... heralde şimdilerde tenolojileri gelişmiştir. Bir güm yemek kurslarından da konuslmak lazım demek ki) bize sadec çikolata suflenin en az 70 ayrı tarifi olduğu öğretildi. Bunun yanında diğer sebzeler ve peynirlerle yapılan sufleleri saymıyorum. Esranın tarifi ise şöyle;
2 su bardagi sut
4 corba kasigi seker
3 corba kasigi un
1 Kucuk margarin (113 gr, bir kismi da kaplari yaglamak icin)
4 adet yumurta
1 corba kasigi kakao
100 gr bitter cikolata (pls nestle, bu benim bloğum değil mi marka da veririm!)
Vanilya 1 paket
1 tutam tuz
Un, seker, kakao, tuz ve sut tencerede muhallebi yapilir. Sut yavas yavas dokerek eklenir. fokurdamaya baslayinca alti kapanir. Ayri bir tavada yag eritilir. Muhallebiye yavas yavas katilir. Iyicene karistirana kadar yedirilir. Çikolata ben mari usulu eritilir (yani, suyun icine koydugun ayrı bir kapta cikolata eritilir), o da yavas yavas ve karistirarak yedirilir. Yumurtalarin beyazlari ve sarilari ayrilistırılır. Yumurtanin beyazi aklasincaya kadar mikser ile cirpilir, karisima katlanarak karıştırma usulüyle ( yani attan üste tahta kaşıkşa çevtilerek- zinhar miserle değil- çünkü amaç yumurtanın sahip olduğu hava kabarcıklarını yokkettirmemek) eklenir, sarisi ise mikserle cirpilir, o da yavasca yedirilir. Burada onemli olan her malzemenin teker teker yavas ve katlanarak karıştırm usuluyle eklenmesi ve iyicene yedirilmesi. Sadece yumurtanın ilk karışımlarında mikser var, onun disinda hersey elde ve bu usul karistirilir, en son vanilya eklenir ve gene karistirilir. Sufle kabı dedğigimiz yanmaz porselelen küçük kaplar once margarin ile yaglanir, iyicene, sonra seker serpilir. Sekerin fazlasini ters cevirip dokun ama.
Esra herseyi onceden planli yapmayi sevdiginden, muhallebi kismini karistirirken, kaplarinı onden yaglanmis sekerlenmis, cikolata eritilmeye hazir, yag eritilmeye hazir, yumurta sari ve beyaz ayrilmis, hazir olarak tutuyormuş. Suflenin en zahmetli kısmı da budur zaten.. Karışımları önceden yapamazsınız. Yumurtanın akının karışımı söner.. Bu nedenle karışım yapılır yapılmaz fırınlanmalı. Önceden isitilmis 175 derece firinda 30-32 dakika pisirilir. Krema ve pudra sekeri ile servis yapilir. Afiyet hem de ne şeker!

10/15/2010 12:14:00 PM tarihinde Tuba tarafından Çalışan Kadın'ın Günlüğü/Coffee, Tea, Me adresine gönderildi

SINYORA ENRICA


Bir yaz akşamüstüsü, sofralar kuruldu, mangallar yakıldı ve Murat'ın Galatasaray Lisesi'nden kankası Can ve eşi Elvan bize geldi. Büyük bir hevesle yeni film projelerinden bahsettiler bize.. Senelerdir zaten film işindeler.. Ama ilk defa kendileri uzun metrajlı bir film çekme hayalindeler o zaman.. "Valla çok güzel " dedik."Bu film iş yapar". Can'ı bundan yaklaşık 14 sene evvel tanıdım... Bir barda... Bana bakıp "Bu kızla evlenme çünkü ondan korkulur" demiş Murat'a. Halen bu sözünün arkasında durmaya çalışır. Oysa ki bence çok iyi bilir ki ben o korkulan tarafımı artık büyütmüyorum.. O benim çocuğum değil...Elvan ise Can ile birlikte hayatımıza gelen ve bir parçası olan büyük bir hediye... Bu çiftin hayelleri ve yaratıcılıkları, birbirlerini tamamlayacı unsurları nedeniyle yarattıkları işler hep güzel sonuçlar getirdi. Ares Media onların bebekleri...Son olarak ta Sinyora Eniraca'yı yaptılar.. Elvan'nın Claudia Cardinale ile tanışmasını anlatması hep aklımda " böyle bir sadelik, böyle bir mütevzilik görmeyi beklemiyordum" dedi kendi diliyle. Can'ın ise daha başkaca bir takım nefis film projeleri var. Hepimizi acaip heyacanlandıran. Bu nedenle eminim ki onların yapımcılığı sayesinde daha birçok güzel film izeleyeceğiz. Can bir inşaat mühendisi... Bugün ise yaratıcı filmlerin çılgın çocuğu... Demek bu işin sonu yok.. Yapacağın iş konusunda gönlünün sesini dinleyeceksin... Elvan ise bu işlerin temel direği. Ne de olsa asıl media sektorunden gelen o.. Bu filmin tarifi ve CV' si şöyle arkadaşlar;

Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü: Elvan Albayrak (Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak)(Altın Portakal heykeli)
Claudia Cardinale ise Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görüldü.
Televizyon Gazetesi'nin haberine göre, Ntv ekranlarına gelen Gece Gündüz'e konuk olan İsmail Hacıoğlu, Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak adlı filmde başrolü paylaştığı usta sanatçı Claudia Caradinale'nin yanında çok heyecanlandığını şöyle ifade etti: "Hakikaten o anlaşılacak bir şey değil, yaşaması lazım insanın. Çünkü benim alışmam 3-4 günümü aldı yalnızca yanında heyecanlanmamam için."
Yapım:2009 ~ Türkiye Tür: Dram, Romantik-Komedi Yönetmen: Ali İlhan Senaryo: Ali İlhan Oyuncular: Claudia Cardinale, İsmail Hacıoğlu, Lavinia Longhi, Teoman Kumbaracıbaşı, Nilay Cennetkuşu, Fahriye Evcen, Bedia Ener,Kemal Başar,Levent Can, Murat Karasu, Acun Ilıcalı Yapımcı: Can Arca, Elvan Albayrak Arca Görüntü Yönetmeni: Soykut Turan Müzik: Orhan Şallıel Uygulayıcı Yapımcı: Gökhan Tuncel Genel Koordinatör: Deniz Oktar Musluoğlu Cast Direktörü: Nilüfer Bıyıklı Süre:1 saat 50 dk Filmin Konusu: Yıllar önce, oğlunu da arkasında bırakarak kendisini terk eden kocasından sonra hiçbir erkeği kapısından bile içeri sokmayan Sinyora Enrica (Claudia Cardinale - Fahriye Evcen), bu özelliğiyle ün salmıştır. Enrica, evindeki boş odaları kız öğrencilere kiralamakta, ek iş olarak da terzilik yapmakta ve bir pazarda çalışmaktadır. Yıllarca bozmadığı bu kuralı, yağmurlu bir gecede, bir yanlış anlama sonucunda evine gelen Türk öğrenci Ekin (İsmail Hacıoğlu) için bozacaktır. Önceleri evinin kapılarını bu yabancıya açmak istemeyen Sinyora Enrica, daha sonra sadece evini açmakla kalmayıp, yıllarca kilitli tuttuğu kalbini de bu Türk gencine açacaktır. Giovanni (Teoman Kumbaracıbaşı) Sinyora Enrica'nın tek oğlu ve babası henüz çok küçük yaşlarda terk ettiği için sorunları olan bir kişiliktir. Giovanni'nin annesine karşı haksız davranışları Ekin'de Sinyora Enrica'ya karşı bir koruma duygusuna dönüşecek ve böylece aralarında bir gönül bağı oluşacaktır. Bir dil okulu için İtalya'ya giden Ekin için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve hayatı tümden bir değişime uğrayacaktır.





--
10/15/2010 01:56:00 PM tarihinde Tuba tarafından Çalışan Kadın'ın Günlüğü/Coffee, Tea, Me adresine gönderildi

MOTORU ÇARPAN UÇAK/ ÇİKOLATA KOKULU ŞEHİR ANTWERP



Sabahın sekizinde güle oynaya bindiğim Brüksel uçağım inişe geçmeye başladığında ben o sıra steaward'a en sevimli halimle "kulaklığlımı teslim etmesem ne olur?" seromonisi yapıyordum. Tom Cruise ile Cameron Diaz'ın filmi Knight and Day çok tatlı gelmişti ve tam son bölümünü kulaksız olarak ne soylediklerini tahmin etmeye çalışarak seyretmek istemiyordum. Ama en sonunda öyle oldu.. Steaward benim kulaklığımı almayı sona bırakmaya ikna olsa da film yetişmedi.. ben de sinir olmaktansa filmi kapatıp onun yerine ekranda uçağın kokpitinden görünümü veren kamerayı açtım. Zira inişlere hep meraklıyım.. hatta pilotlara puan veririm.. çok anlıyorum ya... tabii hep korkudan... herneyse tam nedense aklımdan " yav nasıl oldu da inerken Amsterdam pistine düştüler" diye geçiriken bizim uçakta bir gariplikler olmaya başladı önce sağ tekerlekler piste değidi, sonra sol tarafa doğru uçak yatmaya başladı.. sanki devrilecek... ondan sonra bir kontrolü kaybetme durumu ...ben bu arada burnumu ekrana dayamışım çünkü ileride pist ikiye ayrılıyor ve biz lastikleri yağmurda kaymaya başlamış araba gibi kontrolu kaçırmışız.. tek ufak fark 240 km hızla gitmemiz!.. herneyse son anda uçak toparlıyor da ve sol taraftaki piste girebiliyoruz.... Pistte bizi bekleyen havalimanı görevlilerinin suratları son derece normal, hatta uçak körüğe yanaşıyor.. yani anormal hiçbirsey yokmuş gibi... "Allah Allah çok ilginç bir inişti" derken gözüm hosteslere takılıyor.. suratlar bembeyaz, hepsi son derece tedirgin gözküyor... Murat ertesi gün bana telefon açıyor "Bu sefer kötü indik derken abartmıyomuşsun, gazeteler yazdı sizin uçak motorunu piste çarpmış! " Aklıma avucumun içine bakıp "Hayat çizgin çok ince yani hayatla bağlantın zayıf olacak ama sen uzun yaşayacaksın" diyen falcı geliyor... Gene yırttık diyorum kendi kendime... Zira bu ilk yırtışım değil..

Sonraki sahne şu 48 avukat gruplara bölünmüş ellerinde bir kitapçık kafalarında mülteci misali soğuktan korunmak için örtülmüş şallar, komik komik Antwerp'in sokakların koşuşuyolar. Amaç kitapçıdaki belirlenen yerleri bulmak, soruların cevaplarını araştırmak ve olabildiğince ve en ilginç fotoğrafları çekmek.. Çünkü bu bir yarışma... İşte o an nefis bir koku geliyor ve Leonidas'la tanışıyorum.. Elime tutuşturulan hindistan cevizli pralin beni kendimden geçiriyor... Belçikalıların çikolata konusunda ünlerinin tavana vurması boşa değil... Hem de esasında pralin konusunda daha ustaymışlar... Üç gün sonra Leonidas'a tabii ki tekrar gidiyorum... O pralinlerden almayım! ( http://www.leonidas-chocolate.com/ )

Sevimli binaları, limanı, meydanlarıyla hoş bir şehir Antwerp...Biraları zaten pek meşhur. Tatmadan geçmedik tahmin edeceğiniz üzere. Bir akşam Spiegelzaal binasını gezdik. Bir çeşit devlet büyüklerinin evi. En son Napolyon için restore edilmiş.. Ama uyuyamamış adamcağız maalesef evde.. Ama ziyaret etmiş. Ertesi gün ise adını almayı maalesef unuttuğum başka bir lokantaya gitti.k Belçika da yeşil karides denilen bir karides var. Bununla harika antreler yapıyorlar küçük küçük servislerde ... çok sevimli ve lezzetli. Biz de yeşil karides yomuş.. bu nedenle hiç sulanmıyorum tariflerine.. herşey yerinde güzel galiba gidip yemek lazım. Bir diğer gece şampanya soslu Kalkan denedim.. Çook lezzetli. Sizin için bir tarif videosu buldum. İşte Turbo (fish) Au Champagne tarifi.. Benim yediğimde pırasalar var ve yanında shellfish yoktu ve balık cok daha fazla sosa bulanmış şekilde servis edilmişti.. Paşa gönlünüz nasıl çekerse.. Hiç de zor değil!

http://www.youtube.com/watch?v=13wprjHjIW0
Bir diğer keşfim ise bir çanta markası... Rabeanco...Yumuşacık derili ve her biri birden fazla formata girebilen bu çantalar tam çalışan kadın işi.. Boş verin Guccileri falan.. O kadar paralara değmez... Biz bu marka olaylarına kapılmayız..

http://www.rabeanco.com/home.html
Bu ziyaretten çok önemli iki şey öğreniyorum biri, Leonidas ( bavulumda) diğeri ise hayat sigortasının önemli bir ayrıntı olduğu...

--
11/14/2010 07:16:00 AM tarihinde Tuba tarafından Çalışan Kadın'ın Günlüğü/Coffee, Tea, Me adresine gönderildi

11.11.2010- CİN FİKİRLER/ EVE SERVİS ORGANİK SEBZELER


Tatil ya.. bol bol yazacam, içimden geldi. Ayrıca cin fikirler serisine devam etmediğimi zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz. Biz de cin fikirler tükenmez. Market alışverişinden pek haz etmiyorum. Hele cangılı cungulu şişeler taşımaktan hiç hoşlanmıyorum. İşten çıkıp markette bir sürü almayacağım şeyleri almışken ayağıma kraplar girmesini ayrıca sevmiyorum. Bu nedenle Migros'un sanal alışverişini keşfettiğim güne dualar ediyorum. Bu işi evin sanal ustasının ( yani ben değil) yapmasına ayrıca bayılıyorum. Ama gel gör ki, bir süre sebze meselesini halledemedik. Kenarda köşede kalmış sebzeler kimseye göre değil tabii. Serde çıtayı yükseltmekte var bir de... Nedir? iyi sebzeler yenecek hatta mümkünse organik.. Yazın bu konuda nispeten rahatım. Kendimce küçük bir bostanım var. Başkalarının bostanlarına da sulanınca iş tamam oluyor. Ama kışın öyle değil. Organik sebze satan ve eve servis yapan bir sürü websitesi denedim ama ya acaip paralar ödedim ya da fena halde kötü sebzeler pişirmek zorunda kaldım.. Boynumu büküp ya pazara gidiyordum ya da gene markete.. Ama bir gün Zerrin imdadıma yetişti. Zaten Zerrin öyle bir dost.. Yani herkese lazım. Ne zaman onunla oturup konuşşam hep bir aydınlanma yaşıyorum.. Bana düşünmeyi keşfetmeyi ve öğrenmeyi gösterenlerden. Hiç nasihat vermez.. Görmeye yardımcı olur...Hani bakarken anlaşırsınız ya bazılarıyla, aynen öyle. Zerrin benim iş arkadaşım ama biz onunla iş dışında çok şey dertleşiriz. Kendisi ayrıca transformal nefes terapisi koçu. "Transformal nefes terepisi nedir?" diye bir gün ona sorduğumda... "Yaptığın hiçbir şey yok sen sadece nefes alıp veriyorsun" dedi bana. Pratik kız ya hemen benim anlayacağım formata getirdi meseleyi yani.. Ama iş biraz daha derin esasında. Malumunuz hiç birimiz doğru nefes alıp vermiyoruz ve çoğu zaman nefes almayı unutuyoruz bile... Bilinçsizce... Burada ağızdan alınan tam ve bağlantılı bir nefesle yanlış nefes alışkanlıklarının açılmasını, bedenin 'süper-okside' olarak çocukluğumuzdan beri taşıdığımız duygusal travmaların (duygusal çöpün) arınması sağlanıyor. Koçunuz bu arada sizin vücudunuzdaki, bazı noktalara baskı yaparak bu konuda size yardımcı oluyor. Yanlışşam düzelt arkadaşım? Ben ilk yogaya başladığım zaman bu konuda ne kadar zayıf olduğumu görmüştüm. Sonrasında doğru nefesin vücumdumda nelere muktedir olduğunu ve ne kadar önemli bir meditatif etisi olduğunu da...Halen çalışıyorum.. Bu bir süreç sonu yok, güzelliği de burada... Zerrinle yaptığımız tek seanslık çalışma bile oldukça etkliydi. Galiba bizim ikimizin iç yolculuklarına başlama hikayemiz aynı zamanlara rastgelir. Bu nedenle biz onunla reiki, meditasyon, yoga, nefes, aile dizini gibi deneyimlerimizi açık yüreklilikle ve büyük bir doğallıkla paylaşırız. Herneyse, bir gün gene iş için oturmuşken Zerrin bana kendi bulduğu bir organik sebzeciden bahsetti. Ben de referans iyi olunca derhal denedim. Herşeyin ötesinde her Cumartesi evime pazar alışverişi yapmış gibi mevsimin sebzelerinin makul bir kalitede gönderilmesi ve de makul br fiyatta olması beni çok cezbetti. Ve tabii hayatımı kurtardı. Ne var yani kışın domates yemiyiverin. Çocukluğumuzda yiyormuyduk ?.. Yoo salçalar vardı.. Bu aynı mantık ve çok pratik. Açıkçası organik olup olmaması bile çok önemli değil bana sorarsanız.. Anneme iyi beslenme diye sorduğumda hep aynı şeyi söyler " Her şeyi mevsiminde ve kararınca yemek lazım kızım" Benim kızım bebekken beslenme konularına fena halde kafayı takmıştım. Sonunda kendimce bir sırra ulaştım. Annem doğruyu söylüyordu. Tüm kaynaklar "mevsiminde, yerel olanı ye ve bir yediğini ertesi gün yememeye çalış" diyordu. Yani bugun elma yedin yarın muz ye. Bugun et yedin yarın balık ye. Dünyamızda tarım konusunda başlıca problem olan ilaçlama, gübreleme, hormon gibi yan etkilerle ancak böyle başa çıkman mümkün. Vücut o zaman tolare edebiliyor. İşte o zaman annemin " hiç bir şeyi fazla kafaya takmıyacaksın" demesini anladım. Hijyen konusunda da aynı şeyi yaşadım... Tanıdığım gıda mühendisleri Salmonella riski nedeniyle çiğ tavuk için kullandıkları bıçakları ve hatta ellerini çamaşır sularıyla yıkadıklarını anlatırken kimya mühendisi olan ablam çamaşır suyunu mutafağa asla sokmamam gerektiğini söylüyordu.. Kısaca tüm bu konuların sonu yok.. Evet Umit beylerin organik tarım konusunda sertifikaları var ama dediğim gibi benim için artık çok önemli değil. Umit Kaleli bey Çarşamba günü listeyi gönderir, siz email göndererek seçersiniz. Sepetiniz hazır, hem de haftalık dört kişilik oranda, 50 TL. Life is good... Var mı bundan kıyağı?
http://www.organikye.net/

--
11/11/2010 04:40:00 AM tarihinde Tuba tarafından Çalışan Kadın'ın Günlüğü/Coffee, Tea, Me adresine gönderildi

18 Aralık 2010 Cumartesi

ADAPAZARI/ Islama kofte (30.10.2010)

Ben Adapazarı'nı depremden önce ziyaret etmemiştim. Bu nedenle bu şehrin değişikliğini hissedemiyorum gittiğimde. Belki de bu yüzden kendimi hic de mesefeli hissetmiyorum Adapazarı'na karşı... Hayatın tüm acımasızlığına rağmen nasıl insanların ve bir şehrin cesurca devam edip ayakta duruduğunun göstergesi bence.. . Bu nedenle ilk işimiz 29 Ekim de çoluk çocuk bir ıslama köfte yemek. Bir Trakyalı olarak "küfteye" ayrı bir tutkum var ne de olsa... Meşhur Köfteci Mustafa bence denediklerimiz en iyisi. Soslarıyla ıslatılıp kızartılmış ekmek bir karbonhidrat tuzağı olsa da...Yolunuz düşerse mutlaka burada mola verin.. Sadeliğin mütevaziliğin tadını çıkartın.. Nefis kaymaklı kabak tatlısını ise sakın ihmal etmeyin derim.

--
10/30/2010 07:37:00 AM tarihinde Tuba tarafından Çalışan Kadın'ın Günlüğü/Coffee, Tea, Me adresine gönderildi

19.10.2010 ÇOCUKLUĞUMUZUN KOKULARI/ Annemin Elmalı payı



Hepimizin çocukluğunda eve geldiğinde duyduğu bazı kokular vardır. Bence annelerimizin bazı yemeklerini asla terk edememizin veya o tadı aramamızın arkasında yatan esas sebep bu kokular arasında yaşadığımız duygulara dönme isteğidir... Yoksa eminim çok daha güzel bir pilav, çok daha güzel bir dolma mutlaka yemişizdir. İşte benim de bu konuda iki favorim var; annemin elmalı payı ( neden turta demiyorsak? ama resmen bizim aramızda oturmuş adı budur bu tatlının, yani jenerik bir isim değil) ve şekerparesi. Geçenlerde annem bize geldi. Evde ise bana sepetle sebze, meyve getiren firmanın mevsimi olması nedeniyle bu haftalarda bir sürü birikmiş elma... Aklımda anneme derhal bir elmalı pay yaptırmak var tabii.. Açıkçası ben sürekli hamur işinin , tatlıları piştiği bir evde büyümedim. Babamın en az beş kere mide kanaması geçirmesi nedeniyle bizim evimizdeki yemekler hep hafif ve mideviydi.. Şöyle söyliyeyim soğan katılmadan pişirilen köfteler, kavrulmadan pişen, soğan sarımsak konulmayan sebze yemekleri. Açıkçası bu da bizim sağlıklı bir beslenme alışkanlığımızın olmasını sağladı. Annemin bu konuda ise yapacak zaten bir seyi yok...bir yandan öğretmenlik yaparken diğer taraftan iki çocuğa sahip çıkmaya çalışıyor, yardımcılar falan zaten hak getire, öyle bir kavram dahi yok, bir de oturup bize ayrıca baharatlı köfteler yapması pek olası değildi. İşte bu yüzden olacak ki, ben surekli benim onume konan yemekleri farklılaştırmak için çeşitli yöntemler geliştirmeye çalıştım.. Acı biberler, baharatlar, ketçaplar, salçalar... Her neyse, bütün bunların yanında elmalı payın yeri çok başka.. Orta okul ve lisede kankam olan dört kız arkadaşımın anneleri her ay birimizin evinde toplanırdı. Biz de bir taksiye doluşur güle oynaşa o ay kimin evinde toplanılıyorsak ona giderdik. Bugün anlıyorum ki esasında ne kadar akıllıca bir şey yapıyorlarmış... Bu yakın arkadaşların okullarındaki yaşamlardından tut erkek arkadaşlarına kadar herşeyi paylaşıp yakından takip ediyorlarmış... Hem de hiç çaktırmadan...Kızların bizde ki favorisi ise tabii ki elmalı paydı. Nasıl Leyların ki çilekli turta, Didemlerin ki peynirli poğaça ise... Kasvetli okul ortamından sonra parfüm ve elma- tarçın kokulu eve girişimizde ki mutluluğu unutamam. Topuklu pabuçlar giymiş annelerimizin yanında kendimizi formalarla biraz pejmurde hissetsekte (galiba bir ara yanımızda kıyafet bile götürüyorduk) o günlerde bunu bize yaşattıları için dile getirmeyi muhtemelen unuttuğumuz mutuluğu anlatamam... Bu nedenle bugün kızıma bunu yaşatamadığım için bazen suçlu hisseder ve en azından güzel doğum günleri veya adı başkaca şekillerde konulmuş anne - kız toplantıları ayarlamaya çalışırım. İşte annemin elmalı payının tarifi;
Hamur;
1 paket margarin ( tercihen Sana Hamurişi. Oda sıcaklığında yumuşamış)
1 Çorba kaşığı yoğurt
1 paket kabartma tozu
ve aldığı kadar un ( ehh anne tarifi değil mi ölçüler göz kararı! Yani yumuşak hamur. Kesinlikle sert olmayacak)
Hamuru ikiye böl. Bir yarısını yağlanmış kelepçeli turta kalıbına yerleştir.
Harcı;
4 kırmızı elma rendele
1 su bardağı ceviz (dövülmüş)
3 çorba kaşığı şeker
ve göz kararı! tarçın
Elmalı harcı karışımın üstüne koy. Hamurun geri kalan kısmını naylon üstünde kalıp boyu kadar merdane ile aç. Elmalı harcın üstüne naylon üste gelecek şekilde çevirerek yerleştir ve nazikçe hamurun üstünden çıkart.
175 derece fırında tatlı karamel rengi oluncaya kadar pişir. Servis tabağına alt üst ederek biraz soğuyunca yerleştir. Biraz daha soğuyunca üstüne tel elek yardımıyla pudra şekeri serp.
Burada aklıma gelmişken Aysel, Ayşe, Gülsev teyzeye ve tabii ki anneme o güzel toplantılar için teşekkürler!

--
10/19/2010 10:43:00 AM tarihinde Tuba tarafından Çalışan Kadın'ın Günlüğü/Coffee, Tea, Me adresine gönderildi

16 Aralık 2010 Perşembe

Politically Correct Hırvatlar/ Dubrovnik I



Old Town

Son dönemde Türklerin vizesiz ve yakın olması nedeniyle akın akın gittikleri Dubrovnik' e dayanamayıp geçtiğimiz Kurban Bayramında biz de akın ettik. Hatta o kadar çok akın etimişiz ki  yerel televizyon kanallarında  "Türkler tekrar geri geldi.. Ödediğimiz vergileri geri alacağız... " gibi haberler yayınlamışlar. Ne yapsın adamlar, bir şehir devleti olan eski adıyla Ragusa 1442 den itibaren yüzyıllarca Osmanlı'ya vergi ödemiş..  Bir yandan işgal altında kalmadan deniz ticaretlerini İstanbuldan ayrıcalıklı haklar alarak Osmanlı sularında yapmaya devam etmişler  ama öte taraftan da Roma'yla olan diplomatik ilişkileri sayesinde Müslümanlarla ticaret yapma yasağına ilişkin  muafiyet alabilmeyi becerebilmişler. Politik kıvraklıkları sayesinde kritik bir çok durumda savaşa girmeden yırtabilmişler. Ancak 1991 de başlayan iç savaşı engellemek kimsenin harcı olamamış anlaşılan. Çünkü Bosna Hersek  başta olmak üzere tüm eski Yugaslavyayı oluşturan federe ülkeler ciddi kayıplar vermişler.. Avrupa nın ortasındaki kocaman ayıp!!! Bu gezinin en önemli tarafı zaten bu iç acıtan savaşın taraflarına bu kadar yakından dokunabilmek, hikayelerini dinleyebilmek oldu.


Surların içinde kalan bir old town, tipik dar sokaklar, taş kaldırımların üstüne taşmış lokanta ve kafeler.. Hatrı sayılır sayıda klise ve manastır.... Oldukça medeni, temiz ve ucuzcana... Kumsalları olmasa bile iskeleler sayesinde derin, temiz denizlere girebileceğiniz bence yaz tatilini geçirmek için ideal bir yer. Binbeşyüz kadar adası olan Hırvatistan bana mavi yolculuk için ideal gözüktü. Genelde otellerin bulunduğu Lapad bölgesi old town'a  arabayla 15 dk uzaklıkta.  Biz  şanslıydık çünkü sezon dışı bir dönemde gittiğimiz için  sehre yakınlık bizim icin daha önemliydi ve 15 dk'lık yürüme mesafesinde olan Rixos da kalmak hepimizin hoşuna gitti. Hem de Lapad bölgesinde  bölgesinde dört yıldızlı bir otelde kalmayı beklerken.  ProntoTurun bize hoş bir suprizi...


Old Town ana cadde- "Torun-Annane Aşkı"
  
Posip üzümü

Yarım gün içerisinde her şeyini keşfedeceğiniz old town da yapılacak en güzel seylerden biri   kabuklu ( veya kabuksuz) deniz ürünlerini ve yörenin güzel şaraplarını tatmak.  Biz de oyle yaptık Rosarij, ( Prijeko 2, 20 000, Dubrovnik, Hırvatistan +385 20 321 257 ) küçük ama  bizi gayet mutlu eden bir lokanta oldu. Hele yanınızdaki masaya Istanbul'un neresinden olduğunu sorabilmek ise insanı Balık Pazarı meyhanesi havasına derhal sokuveriyor.. Gece hayatının pek olmadığı bir yer gibi gözükse de bizim anladığımız bu daracık sokakalar yazın hınca hınç dolu oluyor ve bunun yanında güzel caz barlar vs de açık oluyormuş.  Biz yemeğimiz bittiğinde güle oynaya otelimize döndük. Zira bir sonraki gün Mostar'a yolumuz uzun olacaktı...

Cavtat koyu

Not: Hırvat veya Boşnak kadınlarının güzel oldugunu duymuşuzdur hep.. Ama açıkçası beylerinin yakışıklılığından bahseden çok azdır.. Kesinlikle hakları  yeniyor. Çok hoşlar :)

4 Aralık 2010 Cumartesi

CİN FİKİRLER/ DETOKS, CITY

Ilk yazı dizimizde söylemiştim zaten, kendimize vakit ayıramıyoruz  tipindeki yalanlardan artık vaz geçmememiz lazım. Bu net... Çalışan kadın mısın , çocuğu olan kadın mısın? işte kendine zaman ayırmanın daha iyi bir mazereti olamaz. Hep diyorum "Biz iyi miyiz? işte o zaman çevremizdekiler de iyi. " Geçenlerde Betül Mardin'in bir röportajını dinledim ve aynen şunları söyledi yaşam sırrlarına ilişkin " Birisi bana bir şey mi yapmiş ya da söylemiş , "Yok canım  ,o söylememiştir " derim"... Hayata bu şekilde bakabilmenin en büyük sırıının aslen kendine güven ve kendiyle barışık olmak olduğunu anladım bu röportajdan. Ve bu tip olaylar için içsel olarak son derece hazırlık olamayı. 80 yaşına basan Osman Amcaya hayat sırrıını sorduğumuzda ise bize "Geçmişe bakmam  ben hep gençleri dinler ve onlarla yeni şeyler konuşurum"  demişti. Bence ciddi bir ortak nokta var  "Pozitivizm ve umut" . Bu Poliyannacılık değil  bu hayat tecrübelerinin ortaya koyduğu bir gerçek...Nefret ve öfke hissettiğimiz olay veya insanlar esasında çoğu zaman bundan haberdar olmasa da bunu her daim içimizde , göğsümüzün tam ortası taşıyan bizleriz. Bilin bakalım bunun kime zararı var "Sadece bize". Bunu aşmak kolay değil hiç birimiz birer Mevlana veya Sufi  olmadığımıza göre biraz bu iş üstünde çalışmamız lazım...Kendiliğinden olmuyooooor..  Bu yazıyı Sevgili Kuzen Levent Aslan'nın fotograflarıyla sunmaya çalıştım. Levent senelerin haber fotoğrafçısı hem de ödüllü cinsinden. Benim görsel arayışımı duyunca şaşırdı. Ve bana fotoğraflarını kullanmam izin verdi... İşte yeni seri:

" Hadi biraz da detoks : Vucudumun arinmasi gerektigini yuzumdeki sivilceler uzun zamandir bana soyluyordu ama gormezlikten geliyordum. sonunda detoks yapmaya karar verdim. Konuyla ilgili bilgisi olmayan benim gibi biri icin detoks'ta ayri bir macera. ozetle, lifeco'nun detoks programi bana cok agir geldi ve 2. gun biraktim. ( http://www.thelifeco.com.tr/) televizyonda gordugumuz sosyetik doktorlara gittim. Onlar da icime sinmedi.
Bir arkadasimin sayesinde, rasayanaklinik'le tanistim. www.rasayanaklinik.com
10 gunluk bir program uyguluyorsunuz. Bol baharatli corba icerek bu 10 gunu cok kolaylikla geciriyorsunuz. 4 gun icin masaji var. son gun biraz tuvalletle dost oluyorsunuz . ( Ben tuvaletle dost olamadim, normal bir gune benzerdi ve detoks'un bende islemedigini dusunmustum. ama su anda sivilcelerim daha az cikiyor bunu da detoksa borclu oldugumu dusunuyorum) yine detayli bilgi icin bana ulasabilirsiniz.

Bu turdeki programlar icin vaktiniz yoksa, kendinize ayda 1 bir gun beliryelip o gun sadece sıvı seyler tuketiyor olmanız bile aslinda bir cesit detoks. Sıvı seyler derken, bol su, corba ve kendinizin sıktıgı meyve suyunu kastediyorum. Midenizin 1 gun bile olsa rahatladigini hissedeceksiniz. Kolay gelsin.

Çalıştığım şirket sayesinde, bir de NLP'yle tanistim. Donusum konagi http://www.donusumkonagi.net/'dan NLP aldim. Su anda verilen seminer iceriginde cok az NLP teknigi kaldigi icin Deneyimsel Tasarimsal Ogretisi diyor donusum konagi sahibi. Bu ogreti 3 seviyeden olusuyor. Cok kisaca yasadiklarinizdan ve yasananlardan iz ve isaretleri okuyarak bir sonraki adimi tahmin etmeye calisiyorsunuz. Ogretinin ilkelerini hayatin icinde gozlemleyip onlarin neden sonuclarina bakiyorsunuz. Farkli tarihlerde seminerleri oluyor. Web sayfasindan tarihleri takip edebilrisiniz. ( Tuba'dan Not: NLP konusunda kiminle muhattap olduğunuz çok önemli bir terapist bana aynen şu sözleri söylemişti " NLP ye gidenler bize milkshake olmuş halde geliyorlar"  Zerrin'in tavsiyesinden kuşkum yok. Zira bir Milkshake  görmüyorum karşımda... Ama her işin ehli önemli ve siz onu görürüsünüz)

Aralik ayi basinda naturel festiva var. http://www.festivaistanbul.com/ Burda da , farkindalik ve ruhsal ve enerji calismalariyla ilgili farkli seminerler, tanitimlar oluyor, meraklisina :) ( Tuba'dan Not: Süper oluyor... İlk izlenimler önemli.. )

Sevdigim bloglar : Tuba'ninki bir numara, onu bir kenara koyalim : )
Eskiden ayni sirkette calistigim su anda kendi isini yapan arkadasimin blog'u : http://aysenustunay.blogspot.com/

Profesyonel hayati birakir , kendi yolunu cizmeye karar veren bir baskasinin blog'u : http://www.fikiratolyesi.com/tunc-kilinc/
her ikisi de farkli konulara farkli acilardan baktiklari icin beni besliyor.

Televizyonda ayni seyleri seyretmekten sıkılanlar icin National geograhic'te Kopeklere Fisildayan Adam'i muhakkak tavsiye ederim. Meksika asilli bir Amerika'li kopek terbiyecisinin programi. Kopeklerle nasil iletisimre gecilmeliyi anlatiyor ama bana sorarsaniz, kopek kismi hikaye, iletisimle ilgili cok guzel bilgiler veriyor. Sali veya persembe aksamlari 21: 00 'de.

Bu kadar farkindalik yeter alisveris ve tiyatro falan yok mu diyenler icin, tabii ki var. Hayat dengeden olusuyor. Her konuda denge yakalandiginda hayatin tadi daha da guzellesiyor .

Alternatif tiyatrolar : Sehir ve devlet tiyatrolarindaki oyunlardan farkli birsey seyretmek mi istiyorsunuz ? O zaman, dot tiyatrosu http://www.go-dot.org/ ve garajistanbul http://www.garajistanbul.org/ oyunlarindan en azindan birine gidin bakalim ne dusuneceksiniz ? Su anda kadar seyrettiginiz oyunlarin iceriginden ve oyunculugundan ve tasarimindan cok farkli birseyle karsilasacaginizin garantisini veriyorum.

Alisveris : Kapalicarsi'ya donem donem giderim ve kendimce bir yol haritam var, o haritaya gore kapalicarsi turumu yapip, misir carsisina yuruyerek gecerim. Baharatlarimi alip, yine yaya olarak eminonunden kopruyu gecip, tunel'e gitmek icin, dunyanin en kisa ve en eski metrosuna binerim. Kapalicarsi'da, aycafe - moon cafe'de cheesecake yemek keyiflidir. her gittigimde yeni cafelerin acildigini goruyorum. bundan sonraki gidisimde, yeni bir cafe deneyecegim. Abdulla ve dervis'e gidip, havlulara dokunup, sabunlari koklarim, cocoon'da keceden yapilmis olan takilari cantalari denerim. kece sapkalari denerim ve her seferinde bir tane daha almaya niyetlendigimi farkedip : '' sacmalama zerrin istanbul'da yasiyorsun , alplerde degil ve 2 tane kece sapka sana yeterde artar bile '' diyerek begendigim sapkayi geri koyarim :) Cocoon'da kendimi frenleyebiliyorum ama Doktor ( Egin Tekstil'de) 'da kendimi frenlemek icin ugrasmiyorum bile. Kumascilarin oldugu sokagin, cikis kapisindan bir onceki dukkan. Dervis ve abdulla gibi suslu bir yer degil. Son derece mutevazi ama bir o kadar da farkli benim icin. Sahibi doktormus ama bu isi yapiyor ve bu yuzden esnaf arasinda doktor diye taniniyor. yasli bir amca , bazen ayakustu sohbet ederiz ve her seferinde birsey ogrenip cikarim ordan. Turkiye'nin farkli yerlerinde dokuttugu bezleri, kumaslari, ortuleri satiyor. Isini severek ve bilerek yapiyor. Pazarlik yapilmasini falan da tercih etmiyor. Kendi urunlerinden emin, isteyen alir istemeyen almaz. Oraya gidip en azindan bir elbezi alip cikiyorum. favorim , sekerpare. ( Her urunune cok farkli isimler veriyor. ya bir yerin adi, ya da sekerpare gibi farkli bir isim oluyor) Sekerpare, farkli boyutlarda orulmus yun bir atki, sal. Yun ama bu kadar yumusak ve dokusu farkli olabilir. Ipin dogal rengini kullaniyor. Sicak tutuyor ve isin ilginc tarafi, bir yeriniz mi tutuldu veya agriyor, hemen sarin sekerpare'yi gecsin. Ilac gibi, mucize birsey. Doktor Amcanin yuregine ve eline ve diline saglik diyelim .

Tuba'nin blog'una birseyler yazip, yemekten bashetmeden olmaz . Yolunuz Kuzguncuk'a duserse, hayat kahvesi ve pita'ya ugrayin. birbirlerine cok yakin iki cafe. Hayat Kahvesinin ortami keyifli, kahvaltisi da bir o kadar keyifli. Pita , kucuk bir cafe ama lezzettli yemekleri ve tatlilari ve kahvaltisi , mekanin kucuklugunu hissettirmiyor size.

Tuba, seninle bir oglen gidelim de, sonrasinda sen lezzetli yemeklerlle ilgili bir yazi yazarsin , ben senin gibi renkli anlatamadim :(

Benden bu kadar,sira sizde, kendinize bir guzellik yapin ve kendi basiniza bir gun istanbul'un keyfini cikartin belki yukardakilerden de bir ikisini denemek isterseniz :) simdiden bol kesifli ve farkindalikli bir gun olmasini diliyorum sizler icin..."

Her ne yaparsaniz yapin, anneannemin deyimiyle, karsiniza gosku ( kendi lehcesiyle gogsu demek istiyor) merhametli insanlar ciksin karsiniza, benden de ekleme zihni acik ve gozu tok, gosku merhametli insanlar hep cevrenizde olsun.

Derler ki, icinizde ne varsa, disarda onu gorur ve onunla karsilasirsiniz, bu yuzden hemen dilegimi degistiriyorum, Zihniniz acik, gozunuz tok, goskunuz merhametli olsun,

Sevgilerimle Z...

28 Kasım 2010 Pazar

CİN FİKİRLER/ NEFES, VİPASSANA



Cin Fikirler serisi için bir  arkadaşımı uzun zamandır sıkıştımaktaydım. Bayramda ve bayram oncesi, yani tam ben onu blogumda anarken,   öylesine aktivitelere katılmış ki bunları büyük bir enerjiyle paylaşmadan duramamış.. Hem de gece yarılarına kadar. Kalp kalbe karşının başka bir versiyonu yani.. Bu cin fikirler serisi iki bölüm halinde olacak ve "Hayatı nasıl kolaylaştırısan?" dan ziyade "Gerçekten kendin için ne yaparsın?" sorusuna yönelik olacak.. Arkadasım tabi derya deniz... döktürmüş te döktürmüş... bu nedenle yazısnı iki seri halinde yayınlamaya karar verdim.  İşte ilki;

Merhaba,
Tuba, blog'unda , pratik bilgilerin oldugu bir yazi yazarsam, ekleyebilecegini soylemisti, aylar once. Fikir cok hoşuma gitmisti ama firsat bulup yazamamistim ...Taa ki bu bayrama kadar.. Tuba'nin dedigi gibi, kendimizin farkli yönlerini keşfetme merakı ve  iç yolculuğa başlamamiz aynı donemlere denk  geliyor.

Asagıda sizlerle paylastiklarim kendimi kesfetmek için yaptiğım şeylerden bazıları. Ben derim ki kendiniz icin vakit ayırın. Hepimizin farklı mazaretleri var ve ama ulaştığımız sonuç hep aynı : Gün içinde vakit nasıl geçiyor anlamıyoruz ve yapılacak işlerin arasında, kendimize bir türlü  sıra gelmiyor :( 

Toplum icinde en rağbet gören  mazaret de, cocuklarla ilgili olanı : ''Çalışmaktan ve çocuğumla ilgilenmekten bana vakit kalmıyor....Uçaklardaki oksijen maskesinin nasil takılacagını anlatırlarken söylenilenleri hatırlayın her zaman derim : ''Önce kendi maskenizi taktiktan sonra çocuğunuza ve yanınızdakilere yardımcı olunuz.''

Keşif ve farkındalık için, kendiniz için vakit ayırın.

Gelelim benim keşiflerime :
İki sene once çıkmaz bir sokaga girdiğimi farkettim ve kişisel gelişim adı altinda duzenlenen bir suru calismalara katildim. ( Bu arada kisisel gelisim denmesini tercih etmiyorum, bizler zaten gelismis varliklariz, sadece ne kadar gelismis oldugumuzun farkinda degiliz, bu yuzden kisisel gelisim yerine farkindalik veya kisisel farkindalik calismalari demek daha yerinde olur diye dusunuyorum.)

Gittigim calismalarin hepsi zihin üzerinden yapılan çalışmalardı ve farklı sorular sorarak kendinin farkında olmanı sağlıyordu. Ancak benim istediğim sürekli düşünen, konuşan, soran ve sorgulayan zihnimi çalıştırmak değil tabir yerindeyse "durdurmaktı". Gönülden istemişim anlaşılan, yaklaşık 1,5 - 2 sene önce, bir Cumartesi sabahı, nefes tanitim calısmasinda buldum kendimi. Sonrasi mi ? Bayram oncesi yani yaklasik 10 gun once, nefes egitmenliği eğitimimi tamamladım.

Doğduğumuzu ve oldugumuzu anlamak icin  yapilan tek ve yeterli kontrolun nefes alip almadigimiz oldugunu dusunursek, aslinda onemsemedigimiz nefesimiz bizlerin yasam kaynagi. Bu yasam kaynagini da, yasagimiz olaylarin kalan izlerine gore de sınırlı kullanıyoruz. Nefesimiz yaşam şeklimizi belirleyecek kadar etkili. 

Nefes teknikleri oldukça farklı ve fazla. Benim ilgilendiğim Transformal Nefes Tekniği. Transformal Nefes tekniğinde de, diyafram nefesi ve baglantılı nefes olmazsa olmazlar. Ve varmak istediğimiz yer de, bir bebegin nefes alisverisi gibi nefes alip vermemizi sağlamak. Nasıl nefes almamız gerektiğiyle ilgili bilgi sahibi olmak isterseniz, bir bebeğin nefes alisini seyredin derim : Diyaframdan ve sürekli alış veriş. ( Yani vucutlarına tam kapasiteyle oksijeni alıyorlar ve hayatla bağlantılarıni kesmiyorlar. Nefes alıyorlar veriyorlar alıyorlar veriyorlar .)

"Nefes"' te beni en cok etkileyen sey  sadece benim nefes alip vermemin yeterli olmasi ve başkaca hiçbir birseye gerek olmaması. Transformal nefes'le ilgili cok sey yazmak isterim ama baska paylasmak istedigim seylerde oldugundan, bilgi sahibi olmak isteyen ve nefes seansi deneyimlemek isteyenler icin, iste bazi web adresleri :

http://www.studyoprana.com/ : nefes egitmenlerinden Duygu'nun studyo'su ve harika calismalar yapiyor.

http://www.sifacemberi.com/ : iki nefes egitmeninden, grup calismasi veya ozel seans alabilirsiniz. ( Alev ozerk ve mustafa oktem)

http://www.transformalnefes.net/ : Grup calismasina katilabileceginiz bir yer. (nilgul tavsel)

http://www.yourwishisyourreality.com/ : bireysel seans alabileceginiz bir yer. (sibel kavunoglu)


http://www.nefeslehayat.com/ : kisin burdayim ama yazin cesme'de yazliktayim derseniz, hic merak etmeyin, izmir'de de sizleri nefessiz birakmayiz. Semra ve Umay 'dan seans almak ayricaliktir.

 


Bunun yanında en son kesfim vipassana medistasyonu : Uzun zamandan beri istiyordum vipassana calismasina katilmak ancak bir hafta boyunca, konusmaniz, okumaniz ve birileriyle oyle ya da boyle iletisime gecmeniz  yasak oldugundan, yapilacaklar listesinde kalacagini dusunuyordum.  Zira bahsettigim  yasaklardan dolayi cep telefonunuzu da kapatmaniz gerekiyor  ve ben de cebimi isimden dolayi kapatamayacagimdan dolayi ( eger istekiler bana ulasamazsa, sirket batabilir ve dunyanin sonu gelebilir de:) ) benim icin imkansiz gorunuyordu. Yanilmisim, 2 hafta once, bayramda, gumusluk bodrum'da vipassana calismasi oldugunu ogrendim ve dolu olmasina ragmen son dakika birisinin iptal ettigi yeri ben doldurdum ve gittim. 
http://www.iyiinsanlaricin.com/tr/farkindalik/158-jeff-talks.html

Farkli ve guzel bir deneyimdi. Vipassana farkindalik uzerine yapilan bir calisma. Simdi 'de , An'da olmayla ilgili, zihninizdeki dusuncelerle nasil dost olunacagini ve sonrasinda da zihninizdeki o dusuncelere ragmen zihninizin otesine nasil gecilecegini ogretiyor. Detayli bilgi icin bana yine ulasabilirsiniz. 

Gunluk hayatta kullanabilecegimiz bazi tuyolar : 

* Zihnimizdeki dusuncelerin olmasi  cok normal bunlari kendi kendimize '' dusunme dusunme'' demekle yok edemeyiz. Yapmamiz gereken bu dusunceleri izlemek ve dusunurken kendimizi yakalamak. Eger dusuncelerimizi yakalayip onlari etiketlersek zihin bu sefer dusunceden dusunceye atlamak yerine etiketlemekle ugrasiyor. Etiketlemekten kastettigim ise, aklinizdan gecenlerin genel isimlendirilmesi . ornek: gecmis , gelecek, yargi, sorgulamak, duymak, koku, gibi
* diger farkinda olmamizi kolaylastiran sey, her zaman yaptigimizin seyleri farkli bir sekilde yapmak.ornek : sag elle yemek yiyorsak, sol elle yemek. sag elle yaziyorsak sol elle yazmak. Farkli bir yoldan gitmek. boylelikle zihin yine o anda oluyor yeni bir sey yaptigi icin otomatige baglayip, bizileri dusuncelere birakmiyor.
* nefes alis verisimize odaklanmak. bu da yien dusuncelere bogulmusken nefesimize odaklanmak bizi an'a getiriyor.
* yavaslamak : yemek yerken, yururken yavaslamak ve vucudumuzun bu eylemleri yaparken nasil degistigini gozlemlemek. 5 duyu organini bu eylemleri yaparken kullanmak. yine her zamankinden farkli bir sey yapiyor olacagimizdan, zihni ters koseye yatirmis ve o yaptigimiz seye odaklanmayi saglamis oluyor. An'da kaliyoruz. yemegin bittigini tabak bosaldiginda anlamis olmuyor yani :)

Derler ki, icinizde ne varsa, disarda onu gorur ve onunla karsilasirsiniz, zihniniz acik, gozunuz tok, goskunuz merhametli olsun,
Sevgilerimle

İkinci seri yazı devam edecek .  Sevgiler Tuba




2 Ekim 2010 Cumartesi

ÇALIŞAN KADINLARIN CİN FİKİRLERİ/ SERA'NIN MARANGOZU


Benim çevremde akıllı ve pratik bir sürü kadın var.. Hepsinin hayatına dönüp baktığımda tüm bu işleri nasıl başardıkları konusunda hayranlığımı gizleyemiyorum... Biraz detaya girince görüyorum ki hepsi hayatlarını kolaylaştırmak için ya çok iyi fikirler geliştirmişler ya da çok iyi kontaklar kurmuşlar.. Yani onların "iş paydaşları" var. Tüm bu cin fikirleri ve bulunmaz kontakları toplamaya karar verdim. Eee ne de olda bu bir Çalışan Kadın Günlüğü ve bizler için bazı "tip"ler yer almazsa ayıp olur. İşte beni kırmayarak, hiç eline üşenmeyen Sera Arkadaşımın gönderdiği ilk yazı... Bu arada Sera benim gelmiş geçmiş en uzun boylu arkadaşım.. Bazen beynine kan gitmediğimi iddia etsemde o benim tüm bunları kıskançlıktan söylediğimi gayet iyi biliyor.. Ne de olsa 1.57 lik olmanın azabı içersindeyim.. Herneyse.. Eğer Sera'nın bahsettiği marangozla kontak kurmak isterseniz tubacetinalpa@yahoo.com ya da bu da blog'a yorum yazıyorsunuz.. Detayları derhal elinizde bilin..

"ERUSAN AHŞAP....
Erusan Ahşap hatta ailemiz içinde bilinen adı ile “Özkanlar” Özkan ve İbrahim kardeşlerin kurduğu bir mobilya atölyesi. Kendileri ile 9 yıl önce evlenirken farklı bir mobilyacıdan yediğimiz kazık içinde ne yapacagımızı şaşırmış bir halde düşünürken karşılaştık aman ne de güzel oldu....

Özkanlar farklı mimarlarla ve bizim gibi kazandıkları dostları ve onların sayesinde edindikleri müşterilerle çalışmaktalar. Normalde bu konuda kimse kimseye tavsiye edilmez, ama karşınızda “0” hata ile iş yapan birileri varsa o zaman durum farklı! Hakkını vermek reklamını yapmak gerekir.
Şimdi soruyorsunuzdur, e peki ne yaptılar size....önce salonumuza bir tv ünitesi ile başladık, ben bir dergiden bişeyler begemdim, %100 aynısını bizim eve uyarladılar, hatta bence daha kaliteli metal aksamlar kullanıldı, sonra minik kızımız Dilay dünyaya geldi, yine aldım elime bir dergi ben bunu istiyorum dedim, hop bi baktım aynısı geldi, sonra salonumuzun tum eşyalarını yeniledik, masa – sandalye-tv ünitesi – sehpa....bunların hepsi söz verilen sürede, kaliteli, her kuruşunu hak eder şekilde.....
2 arkadaşıma daha tavsiye ettik, onlar da aynı şekilde çok çok memnun kaldılar....
Şimdi sıra sizde bence deneyin! Siz de hayalinizdeki fotografı alın elinize, götürün aynısına başınız ağrımadan çok 0 lı TL ler dökmeeden sahip olun.....
Erusan Ahşap Tel: 0 535..........
Sera"

Herkese iyi hafta sonları

17 Eylül 2010 Cuma

TATİLLER AZAP MI?/ KUM MİDYELİ SPAGETTİ


Hepimiz çeşitli tatilllerden çıktık.. Arada yaz tatillerimiz vardı.. arkasından bayram tatili eklendi.. bunların hepisi harika .. ya sonrasında biriken işler.. biz yokken bunları yapan birileri de olsa fena olmaz mıydı? Bütün hafta boyunca yapılacak işler listesindeki işlerin sayısını azaltamamanın vicdan azabıyla yaşadım. Çünkü zaten kapıda bekleyen bir sürü insan ve iş vardı.. bir de bunlara rutin yapmanız gereken ve yapamadıklarımız eklenence hayat bir zaba dönüşüyor.. Bunlar nasıl yetişecek? Kurumsal hayat içersinde yuvarlanmaya çalışan insanların en büyük azabı bu... kullanılması gereken bir sürü tatil ama terkedildiğinde biriken bir sürü iş... Sonuç olarak "İş bitmez" diyerek terk ettiğim ofisimi kafamdaki midyelerle yatıştırmaya çalıştırıdım.. Buna bir de artık hafta sonu yapılması gereken ödevlerin takibinin sıkıntısından hiç bahsetmiyorum bile....Zira okullar da açıldı. Bütün sene alınması gereken özel dersler, katılınması gereken sosyal faaliyetler Çalışan Kadın ve Annenin çıta sorunlarunlarının başında yer alıyor. Nedir bu "çıta problemi" .. Şöyle; çocuğunuzun dersleri iyi olacak, bunun yanında piyano öğrenecek,yabancı diller korosuna katılacak, tenisten geri kalmayacak ve çıta hep daha yukarı çekilecek. Neden? Çünkü biz bunları yapamadık. Çünkü yarın obür gün bunları yapabilen insanlar sıradan olacak... Hayat esasında böyle olmamalı.. Bu koşuşturma kimse için sağlıklı değil. Artık Amerikada sosyal proglamlar konusunda aktivite problemi yaşayan çocukları duydum.. yani programsız bir hayat yaşayamıyorlar.. Eeee bu kadar programlı, dersten derse koşulan bir hayat yaşıyan çocuklar sonunda hafta sonunda evde oturduklarında "program ne?" diye sormaktan kendilerini alamıyorlar... Bu nedenle hepimiz "Bozcadaya taşınsak ve çocuk devlet okuluna giderek saatlerce sokakta oynasa daha mı iyi olur acaba?" sorusunu soruyoruz kendimize... ve de sormalayız da.. zira bu işte bir terslik var... çıtaları aşağı çekmek lazım. Bir de buna sağlıklı beslenilecek iyi yemekler pişecek.... toplantı da en iyi performans sergilenecek sıkıntısını yaşayan kadınlar sonunda çareyi Cipralex almakta buluyorlar... Durun!! biz mutluysak onlar mutlular... Mutlu ve sosyal çoçuklar yetiştiremediğimiz sürece onların kaç entrüman çaldığının önemi olacak mı? Şu bahsi geçen standart neşe seviyesini yüksek tutmak içim " Mutluluk Projesi" kitaplarını mı okumak zorunda kalacakla bizim gibi...Bu sorular benim de kafamda uçuşmuyor değil...Ama günlerden Cuma ve bugün evde acilen pişirilmesi gerekn 1 kg kum midyesi var... ilk önce buna fokuslanalım... Sonunda ders kitaplarını bulmak için uğradığım Kadıköy Çarşı daki Dicle Balıkçısında uzun süredir hayalini kuruduğum kum midyelrini buldum. Hem de inanılmaz irilikte... Daha önce oldukça tezahurat gördüğüm bu spagettiyi pişirmeye koyuldum. Tarif şöyle;
1 kg kum midyesi
en az 40 mg zeytinyağ
2 kadeh beyaz şarap
3 diş sarımsak
2 tane iri taze domates
1 küçük küp kesilmiş soğan
2 tane acı tercihen kırmızı biber
tuz ve taze karabiber
Öncelikle kum midyeleri 1 kadeh şarap biraz tuz ve yarım bardak su eşliğinde haşlanır ve açılmayanlar çoçuklara hediye edilir :) Diğer taraftan yağda soğan sarımsak ve biber sırasıylan kavrulur domatesler aktarılır buna diğer kadeh şarap ve süzülmüş midyeler eklenir. Ve sonra bu sos haşlanmış spagettilerinize eklenir. Sonuç mükemmel. Acılık decesi biberlerinize bağlı. bence çok acı ise azaltılmalı... Mideye kabukları itina ile yıkanarak çocuklara günün armağanı olarak sunulmalı... İşte bir Cuma akşamı daha.. hem de yazdan kalan son ılıklığıyla..

11 Eylül 2010 Cumartesi

KIYIKÖY/ Dil balığı- Sole Meuniere




Kıyıkoy, Karadeniz sahillerinde Tekirdağ'ın kuzeyinde yarların üstüne kurulmuş küçük bir sahil kasabası... Manzarası, her iki yanından akan nehirleri ve küçük kumsallarıyla insanı hemen tatil havasına sokan bir yer. Hem de Istanbul'a sadece 2,5 saat uzaklıkta. Tekirdağ'da 15 TL olan palamutların 5 TL'ye düştüğünü görebilceğiniz gerçek bir balıkçı koyu. Bu nedenle giderken arabanın arkasını buzluğununuzu koymayı unutmayın. Istanbulluların bu çok rağbet ettiği kasabada sadece bir butik otel var onun da adı Endorfina.. Digerleri sade pansiyonlar. Denize çok düşkün değilseniz bence baharda da son derece keyifli bir yer.. 29 Ekim için planlara konulabililir. Sahilde kayaların üstünde ve kumsalda yürüş yaptıktan ve balıkçıları mendirekte dolaştıktan sonra açılmış iştahla Tevfik'in Yerine oturulur.. Burası bir aile işletmesi gayet samimi.. Aslen kalkan zamanı gidilmesi gereken bu yöreye bizim gibi sezon başında denk düşmüşseniz yiyeceğiniz balıklar, palamut, dil, istavrit, hamsi ile kısıtlı kalabilir. Çiftlik balıklarını saymıyorum.
Ben derhal dil balığının üstüne atladım.. ama tabağınızda Sole
Meuniere (Fransız usulü tereyağınnda kızartılmış dil balığı) bulacağınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.




Bildiğiniz unlanmış, kızartılmış balık.. Bir an acaba "mezgit mi yiyorum" diye kuşkulanmadım değil. İstanbuldaki bazı balıkçıların bunu yaptığını duymuştum. Çünkü dilin aksine son derece etli bir balıktı... Ya da biz oldukça iri bir dil yedik..Ama bence değil.. Bunun yanında başlangıçlarda bir
de pavurya ikram ediyorlar.. Dalyan'daki mavi yengeçleri yedikten sonra açıkçası hiç bir pavurya beni açamaz. Ama ben nadir bulunan bir Caretta olmadığıma göre bu pavuryaları da denemeden edemedim. Fena değil! Ama balık çok daha iyiydi.


Giderken Kastro'ya uğramayı ihmal etmeyin. Kıyıköy'e 7 km uzaklıkta olan bu kıyı doğa harikası. Yolda Sertap Erener'in son cd'sinin iyi gideceğiniz düşünüyorsanız yanılabilirsiniz... Arabada müzik zevkini keşvedemediğiniz arakadaşlar olabilir.. Siz siz olun bol cd li yola çıkın... Ve arabada kalan şapkaların üstüne konup kısa günün karının tadını çıkartın!


Bu arada bloğuma resimleri taze taze koyabileyim ve her daim bloguma ulaşabileyim diye bana iphone alan kocama herkesden alkış lütfen.. Siz de bana yorumlarınızı artık rahatlıkla blogum üstünden yazabililirsiniz.. Sevgili izleyicilerime duyrulur!

Tatil halen bitmedi.. haydi moralinizi bozmayın artık! Çok canınız sıkılısa paraya kıyıp "haute couture" balıkçılardan dil balığı alıp evde aşağıdaki Sole Meuniere tarifimi de.. Son dereneyebilirisiniz bu Pazar... Orijinal Bocuse's kitabından...Benim de daha önce bu tarifi pişirmişliğim var..


6 adet orta boy dil balığı ( Bir tarafının derisi soyulmuş)

12 adet maydanoz

Tuz

Taze karabiber

14 yemek kaşığı tereyağ

2 yemek kaşığı bitikisel yağ

1 adet limaon suyu


Balıkları yıkayıp kurulayıın. Maydanozları küçük küçük doğrayın. Balıklara tuz ve biber ekin. Balıkları una bulayın. 4 kaşık tereyağını ve bitikisel yağı tavada eritiniz. Kızınca balıkların soyulmamış derisi yağa bakacak şekilde 5 dk kızartın ve diğer tarafını da aynı şekilde 5 dk kızartın.. Balığı sıcak servis tabağına alın üstüne limon suyu ve maydanoz ekin ve geri kalan tereyağını eritip kahverengi olunca üstüne bölüştürün. Hemen servis edin.... Tabii damar tıkanıklığı probleminiz yoksa.. Ama hayatınızda yediğiniz en güzel balığa hazırlıklı olarak...Gördiğiniz üzere Fransızlar sagğlıklı değil mutlu yemekler yiyerek aslen ömürlerine ömür katıyorlar!! Kocaman, mutlu sofralarınız olması dileğiyle..






8 Eylül 2010 Çarşamba

Riva/Pennes a la Norma


Bugün Cuma değil! Ama Riva tarafına motorla uzanırken gördüğüm tezgahlardan şunu anladım ki mevsimin en güzel domates ve patlıcan zamanı... Bu durumda derhal Pennes a la Norma yapma zamanıdır. Kısaca Patlıcan soslu Penne... Riva hemen hemen herkesin bildiği bir yer ama Riva'yı geçmeden sağ tarafta küçücük bir koy var. Harika kumu ve dalgasız bir denizi olduğunu biliyor muydunuz? Kıyısında küçük bir lokanta... Bugün sadece iki aile denize giriyordu... Manzara Ege'ye taş çıkartır... Denemeye mutlaka değer.. . Bu arada Riva'ya giderken yemek yiyebileceğiniz başka bir yerin tiyosunu daha vereceğim o da Demircan! Demircan tandır ve mevsimin balığı neyse onu yapan bir kır lokantası. Yiyeceğiniz kızartmalar ve nefis mücver cabası... Kır lokantası deyip burun kıvırmayın. Demircan kışın ortasında sobasının üstünde ekmeklerinizi kızartabileceğiniz ve kapısında istemediğiniz kadar jeep bulabileceğiniz popüler bir yer esasında. Fiyatlarıylasa bir kır lokantasından bekleyeceğinizin biraz üstünde... Ama " Ben otantiklik ve lokalite peşindeyim" diyorsanız çok hoşunuza gidebilir. Çayımızı Riva 'da içip yolda domateslerimizi aldıktan sonra makarnamıızı yapmaya koyuldum.
300 gr kadar domates
5 diş sarımsak
2 tane kesme şeker
tuz
1 Çorba kaşığı zeytinyağ ile öncelikle domates sosunuzu yapmanız lazım. Burada sır domateslerin ağr ateşte kendi suyuyla pişmesi... Ve arada patetes ezicisiyle ezilerek karıştırılması. İsterseniz biraz acı ya da tatlı biber salçası katabilirisiniz. Benim favorim Öncü salçaları.. Ne de olsa Antep kökenliler...
Patlıcanlar çizgili olarak kesilip klasik olarak tuzlu suda bekledikten sonra kızartılır. Sonra da koyulaşmış domates sosunuza katılır ve sonra bilin bakalım ne eklenir? Saksıdan toplanan taze Reyhan'lar... Kıyılarak son anda içine katılır..
Lütfen artık şu klasik makarnaları bırakarak Barilla'nın Integrali 'yi kullanmaya başlayınız.. Amerika'da gittiğim bir seminerde gıda uzmanı bir kişinin söylediği sözleri unutamıyorum "80'lerde lifi içinden çıkarmaya çalıştığımız tüm ürünleri artık nasıl lifli üretebiliriz diye uğraşıyoruz" Çünkü " "fiber"2000'li senelerin vazgeçilmez parçası. Evet, makarnanız daha kahverengi ve sert olabilir ama bu gayet güzel makarnalar yapmamanız için bir mazeret değil. Uzman şu kadar ileri gitti sözlerinde " önümüzdeki 20 yıl içerisinde ağız tadına uygun lifli, sağlıklı gıda maddeleri üretemeyen gıda firmaları piyasadan yok olacaklar!" Çünkü tüketiciler , özellikle 35-60 yaş arası bu ürünleri tüketecek... Integrali bence bu teknolojinin en önemli ürünlerinden.. Bu arada ben Barilla'da çalışmıyorum . fyi.
Pennenizin içerisinde sosu katılmış haliyle 3 dk kadar pişirmeyi unutmayın.
Bugün Cuma değil.. Ama Cuma kadar değerli bir arife günü... Herkese bol tatlılı bir bayram dilerim. Neden tatlılı dediğimi ise beni tanıyanlar biliyor :)