Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Ocak 2011 Pazar

Yılbaşı yemekleri/ Tarte noire


  Yılbaşında bol bol yiyip içtik.  Yeni yıla girereken şirketin partisi, bölümün  yemeği, aile gecesi gibi  çeşitli vesilerlerle ağzımız hiç durmadı.. Ama elimiz de işledi haliylen. Benim en sevdiğim versiyon aile yemeği olanı. Yılbaşı akşamı bir araya gelmek meşakkatli oluyor diye öncesinde bir Cumartesi  akşamı tayin edip herkes sırayla yemek verir. Hediyeler alınır, menüye karar verilir ve diğerlerine siparişte bulunulacak tatlılar düşünülür,  iki masanın nasıl birleştirileceği konusu zaten günler öncesinin mesguliyetidir.  Cunku tek masaya sığımıyoruz!!. Çünkü biz kocaman bir aileyiz!!   Menünün değişmezi hindidir. Kimi kendi pişirir kimi pişirttirir. Zaten esasında hindinin nasıl olduğu da önemli değildir. Çünkü hepimiz ne pişerse pişsin  çok eğleniriz . Bu sene biz yemeğe katılan aile statüsünde olduğumuzdan oldukça rahat bir Cumartesi günü geçirdik. Çocuklara hediyeleri de almışım, büyüklere süpriz olsun diye http://www.grupanya.com/ dan kaptığım Pelin Yücesoy'dan http://www.pelinyucesoy.com/ fotograf çekimi projesi var,   tek problem ablamın inatla tutturduğu çikolatalı tatlı... Oysa ki bildiğim çikolatalı tatlılar sufle ( götürülebilecek bir şey değil), chocalate mousse ( şaka mı yapıyorsun? ablamın yardımcısı zamanında muhallebici de çalışmış  ve bunu nefis yapıyor, onunla rekabete girrmek tam bir aptallık olur) ve  kala kala Sacher kek kaldı,  eee o da yemek sonrası için ağır kaçar zaten çok yemek yeniliyor.. Geriye tart tipli bir şey kalıyor ve zaten ablamın canının çektiği şeyin  ya da menüsüne uygun bulduğu tatlının  Tarte Noire olduğunu anlamak zor olmuyor.  Gel gör ki bugune kadar hiç yapmadım ama neden olmasın?

Pelin'le öncelikle benim isim hafızamın berbat olması nedeniyle kötü bir başlangıç yapıyoruz  ama sonra birbirimizi görünce herşey yoluna giriyor.   Herkes fena halde havaya girmiş halde pozlar veriyor, şakalar yapılıyor, Pelin eğleniyor biz eğleniyoruz sonuçta da nefis fotoğraflarımız oluyor.  Blogun yan kolanlarında  duran fotografların ilk ikisi ona ait. Gerisi tahmin edileceği üzere benim çektiklerim.    Fotoğraf çektirmenin bu kadar eğlenceli bir aktiviteye dönüşeceğini hiç tahmin etmezdim ...  Her şeyiyle değer.. Hem sonunda da çok güzel bir albümüm oldu. İlk bu yemekleri ablam başlattığında başını dahi  acemilikten  tutamadığım bebek Mimoza'nın bugün universiteye gittiği düşünülürse bu yemeklerin ne kadar değerli anılar taşıdığı anlaşılır bence.. ve bu sene yapılanı güzel bir anı kitabı halinde elimde tutmak bana mutluluk verdi..

Tatlı  meselesine nasıl hallettğime gelince;  binbir hevesle  getirttiğimiz Dorie Greenspan ( Baking with Julia yazarı) 'nin Baking  From My Home to Yours   kitabından yararlanarak yaptığım Tarte Noire  tarifi aşağıdaki gibi;
Tart hamuru için

1,5 cup ( Amerikalıların olcusu bunları Paşabahcede veya yemek malzemesi satan yerlerde bulmak mümkün)  un
1/2 cup toz şeker
1/4 tatlı kaşığı tuz
9 yemek kaşığı tereyağ ( çok soğuk veya donmuş)  
1 adet yumurta sarısı

Unu şekeri ve tuzu  robotta karıştırın. Sonra parçalar haline gelmiş terayğını ekleyip bezelye taneleri haline gelinceye kadar çekin.Sonra yumurta sarısını ekleyip 10 dk kadar daha çekin ve hamuru cıkartıp birleşmemiş parçaları robotun içinden toparlayın.  Yaklasık 22 cm lik   kenarı çıkabilen tart çemberi kullnabilirsiniz. Ben kare bir pastacı ( pandispanya yaparken daha çok kullandıkları) cemberim vardı altına yaglı kagıt serip onu kullandı. Cembere tart hamurunu yaydıktan sonra 30 dk kadar tutumak tavsiye oulnur. Bunu 25 dk 175 derecede fırında pişirin. sonra sogumaya bırakın. Bu  Dorie nin robotta hamur yapma tekniği açıkçası beni biraz aştı. Ama elle yoğrulduğunda da yağın erimesi pek muhtemel.

Üst çikolata sosu için;

230 gr bitter çikolata parçalara bölünmüş ( mümkünde kalitelicene version)
1 cup ve 2 yemek kaşığı krema
4 yemek kaşığı 4 parçaya bölünmüş oda sıcaklığında tutulmuş tereyağı

Kremayı tencerede kaynat yarısını çikolatanın üsütüne dök.  Aynı yönde ve kaseninin ortasından başlayan daireler halinde splatulayla karıstır. Sonra kalan kremayı ekle karışım parlak ve yumuşak hale gelince parça parça terayağını ekle. Karışımı tart hamurunun oratasından başlayarak iki elinizle tutp agır agır dokun ki kenarlara eşit yayılsın. Donra 30 dk buzdolabında  soğtun.. Sanki çikolatalı bisküvi tadında !! Taaaki  evde ikram edilen  frenk üzümlü  sakız muhallebesi ortaya çıkana kadar!  Tecrübe ile rekabet etmek mümkün değil!!




9 Ocak 2011 Pazar

SARMANIN ÜÇ HALİ, MÜZEDECHANGA'NIN KIŞ HALİ



Bu Cumartesi İdil'in Galata projesi nedeniyle gitmek istediğimiz ve ertelediğimiz Galata ziyaretimizi gerçekleştirdik.  Hava açık  ama ayaz, karınlar açıkmış halde, bir de Kule'ye çıkmak için kuyruk yok mu? Bu durumda rotayı  meydandaki Kiva Han' a çevirmekten başka çare kalmadı tabii. Kiva Han, Kadıköy'deki Çiya'nın veya Acıbadem'deki Çanak'ın daha modernize ve haliylen  menüsu daha farklı,  en önemlisi içkili versiyonu.  Ortak noktaları ise yöresel yemekler yapmaları. Hepsinde klasik bir salata/zeyinyağlı diyebileceğimiz  (sıkma bulgur köfteli, turşulu vb) bir salata barı var ve yine hepsinde en azından belli başlı  günün yemekleri esnaf lokantası görünümde sergilenmekte. Çiya benim her zaman  favorim olmuştur. Hatta daha da ileri gidersem bana göre fiyat - kalite bağlamında bakıldığında en  iyisi... Her dönem yetişen sebzelere göre farklı yemekler bulunur. Ama bunların arasında yediğim favori bir sarma hatırlmıyorum.. İşte bu noktada Kiva Han devreye giriyor çünkü ilk defa sarmanın üç halinin birden yapıldığını ve servis edildiğini gördüm. Etli, baklalı ve erikli... Erikli olan ya mevsiminden ya da orjinal tarifinin öyle gerektirdiğinden (-ki yaptığım ufak araştırmada aslen sarmanın yeşil erikli olanlarının yaygın olduğunu gördüm) kuru eriklerle birlikte pişirilmişti. Belli ki sarmaların altına veya katlarına erikler yerleştirilerek onun tatlılığını ve aromasını alsın diye... Çok da başarılı olmuştu bence.. İdil'in favorisi etliydi.  Baklalı  olan orjinal  bir tadı haiz olmakla birlikte hiçbirimizi tam olarak cezbetmedi. Ama denemeye kesinlikle değer. Bir de Koşuyolu'nda bir meyhane/balık lokantası olan Radika da ise vişneli sarmayı denemişliğim var ve o da hakikaten hoştu.. Ama balıklarından uzak kalmak kaydıyla!!

Bu kadar sarmadan bahsetmişken aklıma ilk yaptığım sarma tarifi  aklıma geldi.  Bir Cumartesi sabahın köründe  kalkıp " Ben de sarma yapabilirim" diyerek ve bu konunun aslına inmenin en iyisi olduğunu düşünerek  Mahmud Nedim Bin Tosun'un 1898 de yazdığı Aşçıbaşı kitabını karşıma açıp Zeytinyağlı Yalancı Yaprak Dolması  tarifini yapmaya çalışmıştım.

 " Yaprak taze  ( iki taşım kaynar) ya da salamura tedarik olunsun tavaya 5 -6 kaşık zeytinyağ konulup 5-6 da soğan çentilerek kavruldukta üzerine miktar-ı kifaye  tuz ve su ilave olunur. Pirinç ayıklanıp yıkandıkta yarı pişecek kadar suyu olmak üzere salınır. Suyunu çekdikte tavayı indirip karıştırıp yaprak dolması gibi sarmaya başlanır. Bu dolma bir parça irice sarılmalı ve buna pişerken EKŞİ ÇAKAL ERİĞİ veya koruk da ilave olunmalıdır.Mevsimi değilse piştikten sonra limon suyu gezdirilir ve baharattan tarçın serpilir" Görülen o ki işin aslında zaten erik var...

Pazar günü ise   Sera ile birlikte kızları alıp tıngırı mıngırı Sabancı Müzesine yöneldik.  Söz Danışmanlığın burada çocuklar için yapmış olan aktiveteye kızları yazdırmıştık zira. Onları bırakıp, Ağa Han sergisinde gezindik. İslam eserlerinden pek anlamayan iki turist olmamıza rağmen bir çok konuda bilgilenip bir sürü eser görmenin gurur ve onuru içerisinde  Müzedechanga'ya oturduk. Oranın yazınki halini ve terasın büyüleyici  manzarısını Sera'ya anlatırken söz verdiğim ama kızdırmaktan hoşlandığım için, ısmarlamaktan imtina ettiğim Roze'mizi içtik. Yanında da küçüçük bri sandviç istedik.. Pastramili.... Aman evlerden uzak.. Son derece  ağır ve yağlı bir kontrofile ile yapılmıştı ... İçerisine hardalı basmamıza rağmen kendisimizi  hiç küçük bir şey yemiş gibi hissetmedik.  Oysa ki, yazın tattığım  herşeyden ( Gürcü mantısından tutun, tarhanalı cipslerine kadar)  ne kadar da memnun kalmıştım. Büyüleyen şey yazın enerijisi, terasın manzarası,  nefis ambians mıydı artık bilemiyorum? Belki de ne yediğinizin çok da önemi yok eğer yerken modunuz iyiyse... 
Sonuç olarak bugünün sonunda şunu söyleyebilirim ; Küfi, hat sanatında en beğendiğim stildir... Sera'nın kini hatırlamıyorum..


Müzedechanga'nın yaz hali

Sol taraftaki ise kış hali!

2 Ocak 2011 Pazar

Zordur Kadın Olmak

http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/GaleriDetay.aspx?cid=43079&p=1&rid=4369&hid=16650597

Hürriyetin Yeni Yıl eki "Zordur Kadın Olmak" 'tan çok etkilendim. Kadınların durumunu biliyoruz ama TBMM nin sadece %9.1 nin kadın olduğunu, her sürücü kadının hayatı boyunca en az beş kez trafikte ciddi manada tacize uğradığını, her yıl 200'ü aşkın kadınımızın töre cinayetine kurban gittiğini, kadının güzel olma zorunluluğunun örtülü terör olduğunu, bazı yerlerde evlilik yaşının 12'ye indiğini, kadınların doğum kontrolü yapıyor diye dayak yediklerini ve daha nicelerini  tekrar tekrar okuyunca  kadınlar olarak yapacak  daha çok işimiz olduğunu düşüyorum.. Öncelikle oğullarımızı eğitmekle işe başlamamız lazım! Sonrada yılmadan bu kepazeliğe karşı direnmek ve çok çalışmak.

1 Ocak 2011 Cumartesi

MOSTAR, KORCULA ADASI/ DUBROVNİK II


Mostar'da kurşunlanlanmış bina

Dubrovnik'teki ilk günümüzün ardından turla Mostar'a gitmeye karar verdi. Bosna Hersek' e giriş çıkış yapılacağından turla bu işlerin daha kolay olacağını düşünmüştük ama galiba bizim tur çağımız geçmiş, kendi başımıza buyruk dolaşmayı, acaip detaylarda takılmayı seviyoruz artık.. Her neyse, şehre girerken reberimiz tarafından savaşın nasıl "Geliyorum" diye bağırdığını, B.M.'in bunun karşısında aciz kalıp komutanlarının  deyim yerindeyse koruma kamplarından insanları  güyya güvenlik nedeniyle  baska lokasyona aktarmaya çalışırken binlerce Bosnalı erkeğin kaybolduğu, kampın Hollandalı komutanı ile Sırpların o akşam kadeh tokuşturdukları gibi tarihi hikayeler dinledik. Beni en acıtan kısım  kurşun izlerinin ustunde durduğu evler ve  şehrin ortasındaki şehitlikte yatan bir sürü 19'luk çoçuk oldu. Sonuç olarak büyük travmalar yaşamış bir nesil var şimdi var orda..  Biraz toparlanmaya başlıyorlar belki.







İmam çağdaş Antep

Mostar'ın meşhur köprüsünden geçip "Annem'in bu köprüyü gördüm ya gözüm arkada kalmaz" nidalarıyla ( zannediyorum fena halde Rumeli kanı tuttu  o sıralar)   nehrin kenarından, küçük  dükkanlara bakına bakına köftecimize gittik. Yörede bakır işçiliği meşhur. Hatta kahvelerini tek kişik bakır cezvelerde şekersiz pişirip yuvarlak bakır tepsilerde çok şık bir şekilde sunduklarından bu tepsilerden ve cezvelerden almaya çok heves ettim. Ama etrafta satılanlar hep süslü ve büyük versiyonlardı.. Bu arada kahveyi bu şekilde kulpsuz fincan ve kıtlama şekerle içmenin esas Osmanlı usulu olduğu bizim şu anda Turkiye'de içtiğimiz versiyonun Sırpların içtiği usul oldugunu söylüyorlarmış.. Valla onu bunu bilmem ama  kahveleri çok guzeldi. Köfteleri anlatmıyorum çünkü özel değillerdi ama  zannediyorum yemeğin sonunda yediğim el açması ve neredeyse her katına ceviz konulmuş baklavayı hayatımın sonuna kadar unutmayacağım. Bu arada ben çok nadir baklava beğenirim.. Tipik Güllüoğlu formatı benim tarzım olmadı hiç, ben hep köy baklavasını sevdim, cevizli.. . Geçenlerde Antepten gelen İmam Çağdaş baklavasını da yedim. Çok güzel... ( Sabah sabah kan şekerim düşmüş olacak nedense bak şimdi tüm iz bırakan baklavalar gözümün önüne gelmeye başladı...) Zira ben bir de Beypazarının baklavasını sevmiştim .. Esasında son derece kalın ve hamuru biraz ekşicene.. ama o da ayrı bir formattı. Getirtmesi kolay da olabilir. Ancak bence  Boşnaklar  bu işte bir numara! Bana inanmıyorsanız fotolara bakın.


Boşnak baklavası
Tur meselesinden sonra  kendimiz araba  kiramalaya  karar verdik.  Güle oynaya  başladığımız ve fakat  virajlar nedeniyle dönüşte  bazılarımızın fena halde maruz kaldıgı mide bulantısı haricinde çok hoş yerler keşvettik.  Geçtiğimiz Peljesac yarım adası Hırvatistan'nın  bağlık bölgesi olduğundan  yolumuzdaki şarap üreticilerinden birirne dalıverdik. Tadamadan aldığımız şaraplarımız sonradan hakkaten çok güzel çıktı.Yarım saatte bir kalkan feribotlar geçtigimiz Korcula adası favorilerimden. Küçük bir kale içi , küçük bir koy cok sevimli bir ada.. Kalacak yer çok bol olmayabilir ama en azından yazın gidilirse mutlaka bu adada bir iki gün geçirmek lazım.  Bulabildiğimiz ve tavsiye olunan ilk lokantaya (Marco Polo) girdik. Çünkü bir çok yer  kapalıydı. Yediğimiz balıkların yanına adanın meshur olan Posip üzümüyle yapılan beyaz şarap eşlik etti. Kavgalara sebebiyet veren tatlıdan söz açmayacağım.  Ama bence  hem çok kolay hem de çok lezettli bir tatlıydı.. Krep, sade dondurma, orman meyveleriyle yapılmış bildiğimiz klasik şekerli sos. Valla aklımızda bulunsun. 

Korcula




Korcula Marco Polo Cafe'den bir enstantene




Tattığımız en iyi kırmızılardan
 Turklerin ayrılmasından hemen ardında Dubovnik'te ciddi bir su baskını gerçekleşmiş, Turklerin ayagının değdiği yerden korkmak lazım galiba, Bosna buna en önemli örnek.