Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Ekim 2012 Pazartesi

Başka Bir Kadın/ Biz, Sera



La vie d'une Autre
Biraz evvel Juliette Binoche'un La vie d'une Autre ( Başka bir Kadın)  adlı filmini seyrettim. Korkmayın, buradaki bir başka  kadın o korkularak bahsedilen başka kadın değil, kendimizin ta kendisi. Esasında bundan onbeş yıl önce belki de hiç de olmayı tasarlamadığımız ama yaşanılanların, çevrenin, ailenin bizi başka kadına çevirmesine izin verdiğimiz ve en sonunda dönüp arkamıza baktığımızda o  universiteden ilk çıkmış ya da ilk evlendiği gün kocasının elini sıkı sıkıya tutan kadını kaybetmiş  ve başka bir kadına dönüşen bizlerden bahsediyorum. İşte film de böyle bir kadının hikayesini anlatıyor. Sevgilisiyle ilk beraber olduğu gecenin sabahında uyandoğında kendini tamamen  farklı bir evde,  sevgilisiyle 15 yıldır  evli, 41 yaşında,  10-11 yaşlarında bir oğlu olan,   işinde gayet yükselmiş, zengin olmuş ama boşanmak üzere ve kendi annesiyle dahi kavgalı, davalı  bir kadına dönüşmüş olduğunu  anlayan bir kadının hikayesi.  Hayatının tam  bu kritik  döneminde onbeş yıl öncesine ait duygularla yaşamına  devam etmek zorunda kalıyor. Düşüncesi bile ne kadar farklı yerlere götürüyor insanı değil mi? Şimdi şu anda 15 yıl önceki halimle oturuyor olsaydım acaba bugünü nasıl yaşar,  bugünkü problemlerimi nasıl çözer ve ne gibi kararlar alarak yaşantıma devam ederdim?

Hayatın bize hep çok değerli tecrübleler kazandırdığını düşünür ve kazandığımız ciddiyet, asabiyet, ukalalık, "oldum" tavrının tüm  travmalar, yaşanan acılar, büyük dönüm noktaları,  belki de başarılar, paralar ve kariyer karşında  ne kadar da haklı bir yanı olduğunu içten içe kurarız esasında, diğerlerinin de bunu  çekmeye muktedir, hatta zorunlu olduklarını sanarız. İşte bana hayatın sillesi deddirttiren şey budur. Yaşananlar karşısında bazen bir an gelir artık hiç de eskisi gibi olmayacağınızı hissedersiniz.  Eski siz bir anda resimlerde kalmaya başlar. Nedense o gülüşü ya da gözlerin içerisindeki o ışıltıyı fotoğraflarda bırakırsınız sonra da onlara bakınca "Ay ne kadar gençmişim" dersiniz hafif bir iç sızıntısıyla. Başkalarına kızmaya, uklalık etmeye, olaylar karşısında sinir krizi geçirmeye, küsmeye kendini haklı gören, hatalara, aksiliklere tahammülü olmayan aslında bayağı kırgın  biri olmuşsunuzdur artık. Çünkü birileri de zamanında size çok kızmış, belki aşağılamış, ezmiş, incitmiştir.  Kime ne tavır gösterdiğinizi değil, artık hayatın bu tavrı hak ettiğini düşünürsünüz. Çünkü hayat hakkında çooook şeyler biliyorsunuzdur artık ya da bildiğinizi zannediyorsunuzdur. Yani  olgunluk adı altında yaşanan erozyon ve hatta belki de biraz deformasyondur aslında. Oysa ki, her seferinde yeni bir dönem başlar. Kapılar kapanır, kapılar açılır.  Evet, her kapanan kapının ardında birilerini, bir parçanızı, bir huyunuzu bırakmışsınızdır ama kazanılanlar da esasında ceptedir.  Bunu unutarak kimi zaman hınçlanarak, kimi zaman kininizi çaktırmadan, mağrur, kimi zamansa büyük bir sevinçle girersiniz yeni döneme ama her ne olursa olsun artık siz değişmişsinizdir.

2012 yılbaşı gecesi.
Galiba  yandaki fotoğrafa bundan bir on yıl sonra baktığımda da aynen böyle hissedeceğim.  Ne genciz, ne saf, ne de Murathan Mungan'nın şiirinde dediği gibi henüz hiç kimsesi ölmemiş, ama gene de bir araya geldiğinde çocuklar gibi eğlenen,  tamamen makaraları salmaktan çekinmeyen,  bazen çemkiren, söylenen ama  çemkirmeyi bile sonunda komediye  dönüştüren bir kızlar gurubuyduk biz çalıştığımız yerde. Çevremizde bazen ayıplanan, çok konuşan, yüksek sesle  gülen, bazen işin dozunu kaçıran ama bu duyguyu kaybetmemenin dahi ne büyük lüks olduğunu bilip buna sevinen,  Sex and The City takımı geçen hafta maalesef darbe aldı.   Sera'cık kanat açtı...  Kimi  ona uzun dedi ve giydiği topukluları çekemedi, kimi  eleştirilerini beğenmedi söylediklerini kötümserlik deyip  es geçti ama  biz ve O, onun ne olduğunu ve kim olduğunu bilerek onu eski kapısının eşiğindeyolcu  edeceğiz. Ve hepimiz bileceğiz ki, her ne kadar dostluğumuz baki olsa da ne o ofis eskisi gibi olacak, ne  yaşanan öğle tatillleri, ne toplantılar, ne Orhangazi  yolları, ne de  şirket yemekleri.  Diğerleri pek bir şey anlamayacak, "Burası bir şirket giden de olur gönderilen de" diyecek ama hiç kavrayamamış olacak ki, esasında yaşanan dört duvar içerisinde  bizim için hayat;  içtiğimiz kahveler,  ikram ettiğimiz çikolatalar, etrafı kokuttuğumuz Çin yemekleri, küçük detaylarımıza yaptığımız / aldığımız iltifatlar, zor anlarımızda verdiğimiz destekler, yapılan şakalar, yaşanan komik anılar ve birbirimizi ayak seslerimizden dahi tanımanın verdiği hazdan ibaret... Yani  ne kazanılan paralar, ne satılan ürünler,  ne açılan yeni fabrikalar, ne girilen yeni marketler ya da yapılan yeni projeler... Bu nedenle  hep düşünmüşümdür  şirketler gider, değişir ama size kalan hep orada tanıdığınız insanlar olur. Onlar hayat boyu bir şekilde, iyi -kötü karşınıza çıkar ve siz "İyi ki en büyük yatırımı  arkadaşlarıma, insana yapmışım" dersiniz. Şirketin tam ünvanı bile  aklınızda değildir artık ama arkadaşınızı, en detayda kalan özelliğini bile  hatırlarsınız, hatta tüm müziğiyle "Neee?" deyişini bile. Sera'yı da,  iki- üç tane kariyeri ve sadece kendine yatırımı asıl sayanların haricinde, tüm iş arkadaşları onu güler yüzüyle, gerçek samimiyeti ve akıllılığıyla, en zor işi bile maximum  bir saatte bitirişiyle, en zor sunumları bile keyifle yapışıyla anacak. Biz ise kariyerini hayattaki asli hedef sayanları ne gazetelerde göreceğiz ne de başka büyük şirketlerde. Görsek de coşkuyla sevinemeyeceğiz. Çünkü döngü basit, gerçek iç huzuru  çevrene ektiğin mutluluk tohumlarıyla orantılı ve gerçek başarı onların içinde saklı.

Arkadaşımın en sevdiği tarifim cheesecake'imdi. Onun kadar tutkulu yiyenini, tek dilimini kaçıracak diye yapmadığı numara kalmayanı olmadı olmayacak. Onun da  tarifini daha önce yazmıştım. Kendisi ise pahalı tarifler!!:) olmadığı sürece son derece başarılı  ve hatta şu aralar ciddi bir taze makarna ustası. Bir sonraki yazı da onun kendi eliyle verdiği tarifi ve çektiği fotoğrafları yayınlamak niyetindeyim eğer isterse. Çünkü kendi çektiklerimi beğenmedim ve tarifleri de zaten not etmediğimi fark etttim.

Good bye Arkadaşım! yolların açık, kafan rahat ve gönül gözün açık olsun. Doğruluk ve dürüstlükten şaşmayan her zaman uzun vaadede en çok prim yapandır. Sen sakın dönüp geriye bakmayasın...