Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Şubat 2011 Pazar

SOSSUZ DOSTLUKLAR/ SOSLU SOMON


 Hep düşünmüşümdür insan çoçukluk arkadaşlarını  niye ayrı bir yere koyar? 1- Çünkü birbirlerinin en rezil hallerine dahi şahit olmuşlardır ( sivilceli suratlarına, oksijenle açılmış saçlarına, sözlüde azar yemiş hallerine vs)   2- Ya da aslında sadık kalınılan eski anılardır, bu anıların rol arkadaşlarıyla  tekrar o günlerin duygularını yakalayabilme umudu taşınır ( bu nedenle sürekli eskiler konuşulur, bu konularla alakaları olmayanları sıkıntıdan patlatmak pahasına olsa dahi) 3- Ya da belki de sebep  bunların  hepsidir  biraz... herkes birbirinin   o kadar  çıplak haliyle tanımıştır ki  herkes birbirini o çıplak haliyle sevmiş ve daha fazlasını da ne istemiş ne de beklemiştir. Elde  olan budur, sevilen bu haldir..  Kısaca herkes birbirini olduğu gibi kabul etmiştir. Çocukken bu konuda çok daha becerikliyiz bence...  Çocuk dediğin zayıflıklarını ya da  iç dunyasını dışa vurmaktan çekinmez, belki de akıl edemez.. henüz klişeler yoktur hayatında, bu nedenle  pek beklentiye de girmez... Karşısındaki nasılsa o dur....  Sonra bu durum bizi rahatsız etmeye başlar her nedense, birileri alanımıza girmeye çalışmaktadır sanki.  Bu nedenle paketi didiklemeye başlarız. Bir yerden  patlak verince de depo'ya kaldırıveririz.

Sonra ne gelir,  herbiriyle kişiliğimizin ayrı bir yönünü paylaştığımız arkadaşlar..  Kimisiyle politika konuşmaktan zevk alırken, diğeriyle manikürcü ismi paylaştığımız arkadaslar.. Modumuza göre gördüğümüz, görmediğimiz veya hasbel kader görüşmek zorunda kaldığımız  arkadaşlar.. Kimse kimseyi  tam  olarak görmez, bilmez esasında..  Artık  herkes göstermek istediğini göstermek konusunda uzmanlaşmıştır zira... "Samimiyet" anlam  değiştirir... Daha  da kötüsü bu durum doğal karşılanır.

Sonra yaşın ilerledikçe klişilerin bir işe yaramadığını görürsün, gerçekten görmek,  görülmek ve paylaşmak istersin gene... Yargılanmadan dinlenmek ve olduğun gibi, o içindeki küçük çoçuk halinde sevilmek ve sevmek.




Benim çocukluk  arkadaşlarım bu nedenle çok değerlidir. Birbirimizi zaman zaman  aramamış  ve belki de bazen çok kızmış olsakta ben eski arkadaşlarıma hiç  kıyamam... Beni gerçek halimle kabul etmişlerdir onlar, bunu  hissederim... Ben de onları o halleriyle  tozlarını alır ve komidinimin üstüne hepsi birer eşsiz  biblo gibi yanyana dizerim. Hayatım boyunca orada dursunlar diye...

Bu Cuma  çok güzel geçti benim için. On yaşında elele tutuşup sınıfa girdiğim arkadaşlarımla görüştüm ... Yapıyoruz zaman zaman.. Çok ta şanslı hissediyorum kendimi  halen görüşebildiğimiz için. Her birini içimden ayrı ayrı selamladım gördüğümde...  Küçük Dido'yu, Nes'i, Gamze'yi ve Leyla'yı ...

Nes'in ballandıra ballandıra tarifini verdiği, Cuma akşamından bu yana gözümün önünden gitmeyen somon'u Pazar günü derhal pişirmeye giriştim.  Sonra da aklıma balık tutmak için olta takımı olan tek kız arkadaşım olduğu geldi. Belki de bugun deniz ürünlerini pişirmeye meraklı olmasının sebebi budur.  Gülümsedim kendi kendime, bizim Nes işte...


Tarif söyle;

Derisi alınmış somon dilimleri alınır. Olabildiğince kalın dilimler olması konusuna Nes dikkatimi çekmişti  önemini pişirdikten sonra anladım.. Siz bu hataya düşmeyin. Bunları tereyağında ortaları pembe kalacak şekilde kızgın ateşte iki yüzünü kızartın, kabuklaştırın. Sonra üzerine bir bardak sütü boca edin ve her bir parçanın üzreine  kutu kremayı birer tatlı kaşığı kadar koyun. Kapağı kapatıp krema eriyip süt  bir sos kıvamını alacak hale gelinceye kadar pişirim. Sonra sosuyla birlikte servis edin.  Ben üstüne biraz Herbes de Provence (Provans bölgesinin otlarından oluşan baharat karışımı) ve kapari turşusu ekledim servis ederken.. Çok pratik ve daha da önemlisi hiç balık kokmadan balık pişiRmenin en güzel hali. Aynı Nes'in dediği gibi :)

18 Şubat 2011 Cuma

EROL BEY, YAŞ KAÇ?/ Yüz yogası

   Bu sene doğumgünümde Erol Evgin'i dinlemek  kısmet oldu...30 yıl sonra...   Güzel bir müzük dinleyesim vardı 39.   yaşım için nedense. Valla öyle de oldu. Çok da ihtilaf dolu bir hafta geçirmiştim.  Medyayla çatışma, ailesel çatışmalar!   bu gerginlikten kopacak haftanın sonunda Erol Bey  ilaç gibi geldi. Bir insanın kibarlığı beyfendiliği bu kadar mı yüzüne vurur? Kendisi zaten gece boyunca "Ballandırın canım biraz, hiç yaşlanmamış deyin yarın tanıdıklarınıza"  demeyi ihmal etmedi. Çok da güldürdü  bizi.  Bedia Muavit ile Vasfi Rıza Zobu 'nun hikayeleri pek hoştu. Erol Bey'in  şarkıları yanında gece boyunca bu espirileri hepimizi kırdı geçirdi. Üç saat nasıl geçti anlayamadık. Gecenin konusu  hakkaten Erol Bey'in  nasıl olup ta yaşlanmadığıydı... Zira  üşenmeden yaptığımız araştırma sonucunda öğrendik ki  kendisi tam 63 yaşında...  Oysa ki, 39. yaşını kutlayan ben, on sene evvelki fotograflarıma dalıp dalıp gitmekteyim...  Elif Şafak'ın yazısında bugün okuduğum gibi iyi,  neşeli ve huzurlu insanlarla beraber olmak lazım ki bu güzellikler bize bulaşsın ve  iç huzurumuz yüzümüzdeki çizgileri yumuşatsın...

Ama içimden bir ses daha fazlasını yapmam gerektiğini söylemiyor da değil mesela geçen sene gittiğim yüz yogası hareketlerime bir zahmet devam edeyim!!

Geçen sene  Madam Lourdes'in  yüz ve güzellik yogası workshop'undan çok etkilendik ve üç hafta boyunca hafta da 2 saat olmak üzere ders aldık.   Kendisi aslen buna güzellik yogası denilmesini tercih ediyor. Çünkü güzellik cilt yüzeyi ile sınırlı degil. Kendisinin çok güzel bir deyimi var " Yaşlanmak durdurulamaz ancak yıpranmadan doğal bir şekilde  olgunlaşmak mümkündür"

Heh iste aynı Sebnem Ferah'ın soylediği gibi " Sen nasıl basardın? Yuzyıllık agac gibisin.Nasıl böyle kaldın? Büyürken eskimeyen, eskise de değerlenen"

Açıkçası toplum baskısı olmasa ne yüzümdeki çizgilerle ne de karnımdaki yaglarla hic zorum yok.  Aşırıya kaçmadığı sürece bunların yonlendirici olmaması gerekitiği kanaatindeyim. Benim derdim bunları ve diğer her gördüğümüz olumlu veya olumsuzlukları dejenere olmadan kabul edebilmek.

Konudan sapmayalım yeni yaşa bir hedef koyalım yüz / güzellik yogamızı yapmak. Valla ablam yapıyor ve hakkaten calsıtıgını görüyoruz .. O kadar mantıklı -ki yüz kaslarını calıştırmak ... Bu gündelik mimiklerimizle yapmadğımız bir şey.


Madam'ın bu eğitim sonrasında bir haftalık herkese yazdıgı ozel programa ilişkin olarak verdiği iki içecek var sizinle onları paylaşmak isterim. Bunlar sistemi hızlandırmak ve onun değimiyle iç temizlik yapmak açmak için hakkaten yararlı.

- 1 büyük bardak ılık suya 1 tatlı kaşığı limon ve 1 çimdik deniz tuzu. Bu iç temizliği için.  Bunu içiyorsunuz
Sonra vücut duşunuzu alıyorsunuz ve haftada bir gün  1 lt suya 10 çorba kaşığı deniz tuzu ekilmiş olarak başınızdan döküyorsunuz ( neden diye sorarsanız tuzlu suyun siz deyin nazar ben diyeyim enerji açısısndan yararı söz konusu)

Bunun arkasından
1 büyük bardak ılık suya 1 tatlı kaşık limon veya elma sirkesi veya1 tatlı kaşığı pirinç sirkesi
ve bir tatlı kaşığı bal..

Bunları bir hafta boyunca sabah aç karnına yapıp içiyorsunuz ben yaptım çok rahatlatıcı olduğunu söyleyebilirim

Lourdes ÇABUK'a Sorularınız için : madamlourdes@siddashramyogacenter.com

İrtibat Adresi :

Yogi Adnan Ananda Siddviho Çabuk
Siddashram Yoga Center - Y.A.A.S.C.
Rumeli Cad. Zafer Sok. No:9 Daire:2 Nişantaşı / İstanbul

6 Şubat 2011 Pazar

Kırmızı/ Sıcak Şarap

Şu ara herkes fena halde hastalıktan kırılıyor. Gecen hafta ailecek biz de bu keçi gribi denilen şeyden payımızı aldık galiba.. Bütün hafta sonu boyunca o selpak senin, bu ökürük şurubu benim birbirimize ikram da bulunup durduk.. İşte yaşlanınca aynen boyle olacak. Birbirirmize ilaçlarımızı hatırlatıp, tansiyonlarımızı ölçeceğiz.. Bugünleri belki de hasretle anıyor olacağız.. Bugün  yoga dersinde hocamız "anda olmaktan"  bahsederken bunun nekadar onemli olduğunu tekrar düşündüm. Sadece anın enerjisi olduğunu .. Geçmiş, geçmiş gitmis, gelecekse zaten tüm süprizleriyle bizi bekliyor. Geriye bir tek o an kalıyor. Bu fikri benimsediğimden beri daha fazla anın keyfini çıkartmaya başladığımı söyleyebilirim.. Hatta  karışık ve hızlı anların bile.  Benim gibi  her anını doldurmaya çalışan bir insan için bu oldukça zorlu oldu esasında. Ben hep bir adım sonrasının planlarını yapmaya çalışıp ve kendimce hayatımı son derece dolu yaşamaya uğraşırken yaşamayı unuttuğumu fark ettim. Bu alışmaya çalıştığım yeni fikir beni süreç konusunda çok eğitti diyebilirim. Sonuçtan ziyade yaşadığın sürecin getirdiklerini gözlemlemek.. Tahmin edileceği üzere hayat insana bazı  dönemler de "dur ve gör " der..  Benim için de böyle anlar var.. Hastalıklar, birirnci derece yakın kayıpları... Bunlar bana hep sureci yaşamanın mesajını verdiler.

Sadece "an" da kalmaya çalıştıgım bir şömine karşısı dinlencesinde kendime sıcak şarap yapmaya karar verdim. Gün be gün  daha popüler olan bu sıcak şarap tarifimi sizlerle de paylaşmak isterim... Keyfiniz bol olsun. Bana sorarsanız hastalık sonrasında giden en iyi içkilerden :)

2 çubuk tarçın
10 adet karanfil
Yarın taze zencefil
6 çorba kaşığı şeker ( bence dolu dolu ama daha şekerli olmasından ziyade biraz ekşili olsun derseniz kasıkları doldurmamak lazım)
3 su bardağı su
1/2 portakal kabuğu
3 dilim limon
Yarım su bardağı kuru üzüm

Yukarıdaki malzemeler -şarap hariç- ateşte 6-7 dakika kaynat . 70'lik bulduğun ucuz kırmızı şarabı ekle. Kaynama noktasına gelinceye kadar kadar ateşte kalsın. Kaynama noktasına gelince ateşi kıs ve 10 dk daha pişir. Eğer  istenirse malzemeleri çıkarıp ağzı kapalı şişede saklayıp tekrar ıstılarak servis edilebilir.

Kış günlerinizde içiniz sıcacık olsun!