Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

1 Ocak 2011 Cumartesi

MOSTAR, KORCULA ADASI/ DUBROVNİK II


Mostar'da kurşunlanlanmış bina

Dubrovnik'teki ilk günümüzün ardından turla Mostar'a gitmeye karar verdi. Bosna Hersek' e giriş çıkış yapılacağından turla bu işlerin daha kolay olacağını düşünmüştük ama galiba bizim tur çağımız geçmiş, kendi başımıza buyruk dolaşmayı, acaip detaylarda takılmayı seviyoruz artık.. Her neyse, şehre girerken reberimiz tarafından savaşın nasıl "Geliyorum" diye bağırdığını, B.M.'in bunun karşısında aciz kalıp komutanlarının  deyim yerindeyse koruma kamplarından insanları  güyya güvenlik nedeniyle  baska lokasyona aktarmaya çalışırken binlerce Bosnalı erkeğin kaybolduğu, kampın Hollandalı komutanı ile Sırpların o akşam kadeh tokuşturdukları gibi tarihi hikayeler dinledik. Beni en acıtan kısım  kurşun izlerinin ustunde durduğu evler ve  şehrin ortasındaki şehitlikte yatan bir sürü 19'luk çoçuk oldu. Sonuç olarak büyük travmalar yaşamış bir nesil var şimdi var orda..  Biraz toparlanmaya başlıyorlar belki.







İmam çağdaş Antep

Mostar'ın meşhur köprüsünden geçip "Annem'in bu köprüyü gördüm ya gözüm arkada kalmaz" nidalarıyla ( zannediyorum fena halde Rumeli kanı tuttu  o sıralar)   nehrin kenarından, küçük  dükkanlara bakına bakına köftecimize gittik. Yörede bakır işçiliği meşhur. Hatta kahvelerini tek kişik bakır cezvelerde şekersiz pişirip yuvarlak bakır tepsilerde çok şık bir şekilde sunduklarından bu tepsilerden ve cezvelerden almaya çok heves ettim. Ama etrafta satılanlar hep süslü ve büyük versiyonlardı.. Bu arada kahveyi bu şekilde kulpsuz fincan ve kıtlama şekerle içmenin esas Osmanlı usulu olduğu bizim şu anda Turkiye'de içtiğimiz versiyonun Sırpların içtiği usul oldugunu söylüyorlarmış.. Valla onu bunu bilmem ama  kahveleri çok guzeldi. Köfteleri anlatmıyorum çünkü özel değillerdi ama  zannediyorum yemeğin sonunda yediğim el açması ve neredeyse her katına ceviz konulmuş baklavayı hayatımın sonuna kadar unutmayacağım. Bu arada ben çok nadir baklava beğenirim.. Tipik Güllüoğlu formatı benim tarzım olmadı hiç, ben hep köy baklavasını sevdim, cevizli.. . Geçenlerde Antepten gelen İmam Çağdaş baklavasını da yedim. Çok güzel... ( Sabah sabah kan şekerim düşmüş olacak nedense bak şimdi tüm iz bırakan baklavalar gözümün önüne gelmeye başladı...) Zira ben bir de Beypazarının baklavasını sevmiştim .. Esasında son derece kalın ve hamuru biraz ekşicene.. ama o da ayrı bir formattı. Getirtmesi kolay da olabilir. Ancak bence  Boşnaklar  bu işte bir numara! Bana inanmıyorsanız fotolara bakın.


Boşnak baklavası
Tur meselesinden sonra  kendimiz araba  kiramalaya  karar verdik.  Güle oynaya  başladığımız ve fakat  virajlar nedeniyle dönüşte  bazılarımızın fena halde maruz kaldıgı mide bulantısı haricinde çok hoş yerler keşvettik.  Geçtiğimiz Peljesac yarım adası Hırvatistan'nın  bağlık bölgesi olduğundan  yolumuzdaki şarap üreticilerinden birirne dalıverdik. Tadamadan aldığımız şaraplarımız sonradan hakkaten çok güzel çıktı.Yarım saatte bir kalkan feribotlar geçtigimiz Korcula adası favorilerimden. Küçük bir kale içi , küçük bir koy cok sevimli bir ada.. Kalacak yer çok bol olmayabilir ama en azından yazın gidilirse mutlaka bu adada bir iki gün geçirmek lazım.  Bulabildiğimiz ve tavsiye olunan ilk lokantaya (Marco Polo) girdik. Çünkü bir çok yer  kapalıydı. Yediğimiz balıkların yanına adanın meshur olan Posip üzümüyle yapılan beyaz şarap eşlik etti. Kavgalara sebebiyet veren tatlıdan söz açmayacağım.  Ama bence  hem çok kolay hem de çok lezettli bir tatlıydı.. Krep, sade dondurma, orman meyveleriyle yapılmış bildiğimiz klasik şekerli sos. Valla aklımızda bulunsun. 

Korcula




Korcula Marco Polo Cafe'den bir enstantene




Tattığımız en iyi kırmızılardan
 Turklerin ayrılmasından hemen ardında Dubovnik'te ciddi bir su baskını gerçekleşmiş, Turklerin ayagının değdiği yerden korkmak lazım galiba, Bosna buna en önemli örnek.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder