Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

4 Eylül 2011 Pazar

Thasos

Geçmiş ve bugün arasında sadece tek bir gün var gibi. Yattık kalktık ve bugün oluverdi, hem de yirmi yıl öncesi bile. Çocukluk ve gençlik yıllarımda yaz aylarını geçirdiğim yazlığa gittiğim de aynen böyle hissederim. Komodinin üstünde duran tahta Pinokyo, küpelerimi koyduğum seramikten yapılma banyo yapan Snoopy ve en önemlisi plastik Kızılderili bebek… Çekmecede sanki dün yazılmaya başlanmış gibi yepyeni duran Hatıra defterim ve içine arkadaşlarımın yazdıkları komik ama içten anı yazıları sanki bana geçmişi çok yakın hatta belki de hiç geçmemiş gibi hissettirir.
Thassos Ilio Mare Hotel kumsalı
Kavala’nın kuzeyine Murat’ın anneannesinin göç ettiği köye doğru yol alırken “Eğer o da yanımızda olsaydı aynen böyle hissederdi herhalde” diye içimden geçirirken birden bana cevap verircesine Beyonce’nin “I was here” şarkısı çalmaya başladı.. Tüylerim diken diken oldu. Gel gör ki, yanlış köye gitmekte olduğumuzu görüp anneanne bizimle biraz eğlenmek istedi herhalde, “Çocukların şevki kırılmasın” dedi. Neyse, bir daha ki sefere bulacağız inşallah! Zira İstanbul da yanı başımızda köylümüzü bulduk bir akşam… Şaka gibi.. O bize esas köyün yerini gösterdi. Adlar değişince harf hatası yaparak haritadaki benzer isimli bir köye gitmişiz meğer… Kader!
Aile dizinine göre göç etmiş ailenin torunları, çocukları bu travmayı üstlerinde taşır, kaderlerinde kısır bir döngü gibi yaşayıp dururlarmış. Benim de ailem göçmen olduğundan bazen yaşadığımız acayip gayrimenkul problemlerini buna bağlarım. İşin içinde mutlaka bir mitsizim olacak! Oysa ki, İstanbul da gayrimenkulü veya kiracısı bulunduğu evi nedeniyle davalık olmamış veya problem yaşamamış insan , aile çok azdır herhalde. Bizim sistemimiz böyle olmaya devam ettiği sürece olsa olsa gelecek nesillere travmalar bırakmaya devam edeceğiz... Eğer aile dizini doğruysa tabii.

Ilia Mare tavernasından kızarmış ahtopot

Köyümüzü bulduğumuzu zannettikten sonra Keremoti’den neredeyse yazın yarım saatte bir kalkan feribota binerek Thasos adasının yolunu tuttuk. Ada’nın çevresi doksan km. Çok yeşil ve çok bereketli bir ada. Maden açışından da çok zenginmiş, mermer ocaklarından Aya Sofya’ya taş gönderildiğini ve insanların adaya altın bulmak zamanında göç edip köyler kurduğunu okudum. Hatta bizim iddiamıza göre adanın ismi “Taş” tan geliyor olsa gerek. Gerçi bu konuda rastladığımız bir ibare pek yok gibi. Zaten adanın Osmanlı’nın elinde kaldığı dönemler elimizdeki rehber kitaba göre en karanlık ve acıklı dönemi yansıtıyor. Koca bir imparatorluktan gelmenin de öyle bir yanı var.. Malta’da, Hırvatistan’da, Mısır’da hep aynı… Osmanlı deyince hiçbir şey olmamış gibi havalara bakmaya başlayıp duruyorsun.. Bu işler ben TC vatandaşıyım demekle kapanmıyor. “Türk” dedin mi herkeste bir kaş göz oynama belirtileri görülmeye başlanıyor. Oysa ki biz kendimizi avutup duralım “ Ay vallahi yemeklerimiz bile aynı” . Eh aynı da adamın niye tiki tutuyor... Sana hizmet eden garson niye acılı acılı babasının Samsunlu olduğunu söylüyor. Sen hiç Yunanca konuşamazken o yarım yamalak Türkçesini patlatıyor. Bu işlere bazen fazla naif yaklaşıyoruz galiba…
Thassos da Neos Prinos koyundaki Ilio Mare Hotel’ de (http://www.iliomare.gr/#nointro)  kaldık. Tahmin edileceği üzere booking.com da gözüktüğü kadar hoş odaları yoktu. Ama üzerinde bulunduğu koy ve deniz hakikaten fotoğraflarda bile yalan söylememişti. Çeşme’deki Altınkum plajı benim gözümde Türkiye’nin en iyi denizlerindendir. İşte Altınkum’un denizinin daha sıcak olduğu bir koyu düşünün. İnce ve beyaz kumlar…. Otelin denize bu kadar yakın olması ve tavernasının ve kafesinin kumsalın üstünde yer alması odalar da yaşanan hayal kırıklığını bir anda alıp götürüyor. Kahvaltılar da gayet iyiydi.

Theologos

Bir gün adanın etrafında turladık ve adanın esasında gayet iyi bir yerinde aldığımızı bazı koyların üst üste insan ve İngiliz turist tatmin etmek amacıyla yapılan kafe ve lokantalarla yan yana dizilerek karaktersiz bir hal aldığını gördük. Ada halkı eskilerde korsan istilalarından ötürü aslen kara tarafında konuçlanmışlar. İki eski köy bence kesinlikle görmeye değer Megalo Kazaviti, Mikro Kazaviiti. Bu arada ilginç olan şeylerden bir tanesi Kavalalı Mehmet Ali Paşa çocukluğunu bu adada geçirdiği için Mısır valisi ve daha sonra bağımsız Mısır’ın kurucusu oldu dönemde adanın Mısır yönetimine girmesini sağlaması. Onun kaldığı köy ise zamanının ada için adeta baş şehir vaziyetindeymiş, Theologos. Burası da bir akşamüstü ziyaret edilmeye değer. En güzel geleneksel evler bu köyde yer alıyor.





Thasos (Limenas) şehri
  Adanın Thasos şehri akşamları çok hareketli, lokantalar, kafeler, dükkanlar çeşit çeşit ve her türlü keseye hitap eden versiyon bulmak mümkün.

Thasos daki Simi lokantası
 Biz Simi adlı bir lokantada takıldık. Hem keyifle düşenmiş hem de kalabalığı ile insanı iyi bir yer olduğuna ikna eder bir haldeydi. Balık’tan tutun musakkaya kadar her şey var.

Bir başka akşamda yanındaki Platanakia tavernasına gittik daha lokal gözüken bir mekandı bence karides saganaki ( domates soslu yemeklere bu adı veriyorlar) ve kalamar dolma başarılıydı. Ama şarap konusunda kesinlikle garsonların tavsiyesini dinlememek gerektiğini öğrendik. Kendi kafalarına göre muhtemelen ucuz şarapları turistlere elden çıkartmaya çalışıyorlar. Bir de üstüne yapılan Kıbrıs problemi muhabbeti eklendi mi yatak insanı fena halde çeker hale geliyor.












Ada’nın Skala Marion koyu benin çok hoşuma giden yerlerden oldu. Sessiz sakin, otelin yer almadığı ve aslen balıkçı teknelerinin bulunduğu bir koy. Ama denize girmek ve hemen yanı başındaki lokantalarda denizin üstünde uzun uzadıya bir öğlen yemeği yemek mümkün. Buradaki balıkçılar hem daha yerel hem de anladığımız kadarıyla daha fazla balık çeşidi bulunduruyorlar. Adını bile hatırlayamadığım güzellikte balıklar yedik Barba Angelo."Annem bu sabah pişirdi” derken bizimle dalga geçtiğini zannettik lokanta işletmecisi kardeşlerin. Fakat dondurma almak için buzdolabının anahtarını tırım tırım aranırken Anne arka mutfaktan çıkıp anahtarı cebinden çıkartıp vermez mi? Eee ne de olsa eski kadın, koynundan çıkartmadığına dua etmek lazım. Bu arada anladık ki hakikaten Anne pişiriyor mezeleri ve balık çorbasını. Oğlanlar ise ızgara ve servis işindeler. Halleri pek hoşumuza gitti.

Diğer bir lokanta ise bize Kavala’da tavsiye edilmişti. Gene doğru lokanta olup olmadığında emin olmamakla Skala Potamia 'daki Krambousa Tavern. Gene adını bile bilemediğim ( güzel yanı da bu değil mi?)  balığın lezzetine doyamadığım ve yanımdaki sinekkuşu'yla flört ettiğim bir yemek oldu. Ben ona çok hayran  oldum ama o bana olmuş mudur bilemem? Pek de önemli değil. Beni mutlu etmesi yeter.