Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Kasım 2011 Pazar

Varşova, Polish the Polite

Varşova old town
Bu ikinci sınıf başlıklarım beni öldürecek. Elimde değil, başlık için hep aklıma böye acayip ikilemler geliyor. Bunlar ikilemler de sayılmaz ya... Berbat oldukları kesin. Ben gene de onları seviyorum!


Varşova'nın sarayları (bu orjinal!) ve parkları pek meşhur

Chopin müzesinden

Ama bir yandan hakikaten öyle. Polonya'ya giderken açıkçası böyle bir toplulukla karşılaşacağımı düşünmüyordum.Gerçi koca İstanbul'un ortasında kalmış yegane birkaç Polonezle Polonezköyde yaşamışlık tecrübem de vardı  ve çok da hoş insanlardı ama sonuçta  çok uzun zamandır bu topraklardalardı ve ben Polonya'da kafamda yarattığım eski demir perde ülkelerinin insanlarının sert mizacıyla karşı karşıya kalacağımı zannediyordum.   Hiç öyle olmadı.  Bizi bir geçit töreni karşıladı şehirde. Şaka değil meğer 11.11 onların kurtuluş günüymüş. 1918 de çeşitli ülkelerin işgalinden kurtularak benim bilgimin aksine demokrasiye geçtikleri günmüş. Ta ki II. Dünya Savaşına kadar. Almanlar Polonya da üç milyon Polonyalı, üç milyon Yahudiyi öldürüp  Varşova'daki her bir evin altına dinamit koyup şehirde taş üstüne taş bırakmayınca gelen kurtarıcı Ruslar beraberlerinde komünizmi de getirmişler. Oysa ki,  bu gezimiz sırasında anladığım kadarıyla çok eski zamanlardan bu yana Polonyalılar krallarını seçimle başa getirerek, 1791 tarihinde Avrupada'ki ilk yazılı  Anayasayı bizzat kralları ve senato ile birlikte  yaparak oldukça demokrasiye yatkın bir ulus olmuşlar. Sonra seksenlerin ortasında ver elini çok partili seçimler, 12 partiye kadar çıkan kalabalık koalisyon hükümetleri. Çok çekmişler yani. II. Dünya  Savaşından sonra şehri eski tablolarına bakarak aslına uygun olarak inşa etmek zorunda kalmışlar.  

Tüm bunlar  bu ülkedeki entellektüellik seviyesini ve çalışkanlığın sebebini açıklıyor.  Bugün  oldukça soğuk bir ülke olmasına rağmen Avrupa'nın en büyük, elma, kiraz, frambuaz üreticisiymiş. Lahana, çilek, ve yaban mersini konusunda ise ikinci.  Gıda ihracatı ithalatını sollamış geçmiş yani.  İnsanları mütevazi  ve oldukça saygılı gözüktü bana.  Haa bir de fena halde Chopin hayranı hepsi. Doğrudur ne kadar gurur duysalar yeridir.  

Kızlar gezimizin ( anne ve kızlar, takım sağlam anlayacağınız) en önemli durakları tabii ki yemek içmek kısımlarıydı. Aramızdaki Varşova fatihleri bu konuda zaten gerekli hazırlıkları yapmıştı.   İlk geçe eski şehrin içerisindeki Ufukiera lokantasına gittik. Bu  kadar şeker ve zevkli dekore edilmiş başka bir lokanta uzun zamandan beri görmemiştim. Anladığım kadarıyla böyle bol çiçekli, dantelli örtülü lokantalar Varşova'da pek in! Denenmesi kesinlikle tavsiye olunan ördekten yedik.  Hakikaten güzeldi. Ama porsiyonlar büyük. Başlangıçta ısınmak için  kırmızı borscht (bildiğimiz borscht çorbasından biraz farklı!) çorbası içeyim derseniz ördek yarım kalabilir.

İkinci gece Rozana'ya ( http://www.restauracjarozana.com.pl/ ) gittik. Gene dekorasyon harika ve yemeklerde öyle.. Bu sefer  balık  yedim ama bu lokanta esas tatlılarıyla ünlü. Galiba resimler kendini anlatacaktır.

19 Kasım 2011 Cumartesi

Bienal/ Bayram/ Şekerpare

Bir gün  Açık Radyo'da Şemsa'nın  ŞAHANE!! ( hakikaten bayılıyorum anlatışına) tariflerini dinleyerek araba kullanıyordum -ki konu Eraslan'la birden şekerparenin ne kadar güzel bir tatlı olduğu ve bu konuda kendine güvenen kişinin tarifini alıp programa çıkartmanın ne kadar hoş olabileceği fikrine geldi.  Aklıma derhal annemin şekarpareleri geldi.   Kabul günleri için veya bayramlarda  tepsi tepsi yapılan bu tatlının dayanamayıp üstündeki  fındıklarını yediğimden hep azar işitip dururdum. Bu şekerparenin dışarda yediklerimden farklı yumuşak olmamasıdır. Keserken hafif bir hışırtı gelir hatta kulağa.  Annemi  Açık Radyo'ya çıkartamadım ama tarifi  blogta vermek iyi bir fikir gibi geldi bana.Özellikle bayram vesilesiyle geçirdiğimiz şu günlerde...

Bu bayrama bayıldım ama.   Bu bayram müzeler açıktı. Hem İstanbul 12. Bienali'ni hem de İstanbul Modern'de Hayal (kadın!) ve Hakikat (erkek!) isimli  Türkiye'den Modern ve Çağdaş kadın sanatçılarımızın sergisini ziyaret ettim.  Hiç kıvırmıyacağım, gözlerim dola dola gezdim  sergiyi. Yetmiş dört tane, çoğu adını ilk defa duyduğum  birbirinden harika eserler yaratmış cesur, yaratıcı Türk Kadını. Serde feminislik var tabii! Gurur duydum hepsinin  kısa özgeçmişlerini okurken. İdil'le  beraberce gezmeye çalıştık ama bir saatin sonunda İdil pes etmedi değil. Bu arada 22 Ocak'a kadar açık  galiba sergi.

Bienal'e de ablamdan aldığım bir tiyo üzerine rehberle yapılan ziyaretlere katıldık. Ne kadar farklı oluyor herşey... Elindeki kitaptan ve broşürden okumaktan çok daha eğlenceli ve interaktif.. Garip garip sorular  soran tipler.. Herşeye dokunmak için fırsat kollayan ilkokul birinci sınıf formatındaki yaşını başını almışlar... Yani grup olarak gezmenin de eğlencesi bir başka.  Zannediyorum hemen hemen herkesin en çok şiddet içeren bölümü ilgi çekiyordur.  I. Dünya avaşından kalma mermi kovanlarıyla yapılan eser beni çok düşündürdü, özellikle kovanların üstündeki adete eve konulacak vazo edasındaki desenleri görünce çenemi yerden toplayacaktım. Bütün bu süs, püs,  özen adam öldürmek için. "Artistik savaş",  "Görseli gelişmiş katil" gibi garip tanımlamalar gelmedi değil aklıma.


Kurşun askerlerden  9 Ortadoğu ülkesinin ordularını oranlarını temisilen yapılan eser.
Tek sıra halinde olan Filistin!
İşte enfes şekerpare. Tarif anneden olunca haliylen "Annece" oluyor:

250 gr adlı adabınca Sanayağ ( Valla annem bu işin  sırrının yağ olduğunu söylüyor. Bilmiyorum Unilever bu durumdan etkilenir mi ama resmen başka margarinle yapılmış olanını da yedim ve doğruyu söylediğini anladım)
1,5 çorba kaşığı yoğurt
1 fındık tanesi kadar ( Bakar mısınız ölçüye ? :) karbonat
Aldığı kadar un ( Hadi bakalım çık işin içinden çıkabilirsen!  Tabii ki, kulak memesi kıvamına gelecek)
Yarım kase fındık

Sana yağını erit.  Biraz soğut içine yoğurdu koy karıştır sonra unu, karbonatı  ekle karıştır. Yağsız tepsiye top  yaparak üstüne birer fındık koy.  Pembeleşinceye kadar fırında pişir.

Şerbeti: 2 su bardağı  şeker 3 bardak suyu kaynat. Sıcakken ama hemen atesten inmiş haliylen pişmiş şekerparelerin üstüne dök. Ve mümkünse bir gece beklet.  Ve sonra beni an!!