Neden bilmem ( belki de bilirim ama söylemem), son dönemde anda olmak veya belki de bir başka deyişle anı hissederek yaşamak gibi bir takıntım var. (Daha öncede dile getirdiğim üzere...)Günlük hayatın akışı içerisinde bunu yakalamak daha zor oluyor. Bu nedenle üç gün önce işte öğlen ne yediğimi hatırlamamak bana o kadar dokunmuyor ama geçtiğim tatilimde veya bir önceki yıl başında veya doğum günümde ne yaptığımı hatırlayamamak beni fena bozuyor. Bu nedenle gittiğim tatillerde, yeni şehirlerde belki bir rüzgar veya bir koku sayesinde durup "Ben burdayım" diyorum zihnimle. Ve bunu yaptığımda mutlaka o an, ya gene bir rüzgarla, ya da kokuyla veya nesneyle bana geri dönüyor. O şehirde o anda hissttiğim duygular uyanıveriyor. Bu da çok hoşuma gidiyor. Amsterdam'da "anı hissetmek" hiç zor olmadı. Dokusu çok farklı bir şehir. Yamuk ama pasta gibi evleri, kanalları, sokaklarda zaman zaman insanın burnuna gelen keskin mariuana kokusu, beklenmedik bir anda yanında bitiveren hızlı bisikletliler, rengarenk çiçekleri hakkaten farklı duygular yaşatıyor insana. Gitmeden önce çok çalıştık, oturup Google map'te tek tek gitmek istediğimiz yerleri işaretledik. Hava da öyle güzeldi ki, oturdugumuz her kafede garsonlar biz ne kadar şanlı olduğumuzu hatırlatıp durdu. Hakkaten şehir adeta bize göz kırptı.
Benim favori yerlerim Antikacıların bulunduğu cadde, ve Jordan bölgesi oldu.Ve kuşkusuz Van Gogh müzesi ( önceden internetten bilet almak şart). Bir adam sadece 9-10 senelik ressam olup dünyaya böylesine sayıda eser bırabilir mi? Van Gogh resim yapmaya oldukça geç karar vermiş. Azmi hastalığından mı yoksa böylesine çalışan beyin en sonun da kendini hasta mı eder? bir türlü karar veremedim. Sonu çok hazin.
Cafe Amsterdam |
Amsterdam'ın her tarafı old town. Hani "Bir old town'a ineyim" olayı yok.. Tabii şehir merkezine yakın kalıyorsanız. Biz NH Doelen otelinde kaldık. Heryere yürüyerek dahi çok yakındı. Bina dışarıdan eski ve pek havalı ama sakın kanala bakan ve en üst kattaki odalarda kalmaya kalkmayın. Benim gibi bütün gece kanala düşen adam kabusları görürsünüz. Çünkü çok gürültülü, insanlar içmece ve bol bol bağırmaca...
İlk gece Amsterdam'lı avukat arkadaşımın tavsiye ettiği Cafe Restuarant Amsterdam'a ( http://www.cradam.nl/ ) gittik. Biraz şehrin dışında. Kocaman bir deniz ürünleri tabağıi deniz kokan mis gibi istridyeler. Chablis desen zaten neredeyse su parasına. Pek keyifli ve makul fiyatlıydı. Eski bir santral binasına kurulmuş kocaman bir lokanta.
İkinci gece ise Envy isimli Michelin ödüllü bir lokantaya gittik. Valla gruptan gelen sinyaller pek olumlu olmadı. Benim için ise farklı bir deneyim oldu. Klasik bir kova burcu olarak yeni şeyler denemeye pek meraklı olduğumdan Dutch aksanlı garson kızların yaklaşık üç saniye içerisinde anlattıkları İngilizce içeriklerden bir şey anlamayıp sırasıyla gelen küçük tadımlıklardan oluşan menüdeki her bir yemeği keşvetmeye çalışmak bana pek oyuncul geldi. Sonrasındaki et ve balık ise tamamen abartısız ve sade tabaklardı. Kısaca ben beğendim. Et çok çiğ olsa da.Amerikalı olup onu pişittirmek lazımdı. Ama hiç birimiz yapamadık. Utangaç Türkler!
Çok hoşta bir peynirci bulduk De Kaaskamer.
http://www.kaaskamer.nl/locatie_en_openingstijden.php?l=nl
Hollanda dan alıncak en güzel şey bence.
Bu tatilden iki dersle geri döndüm:
1- Her bit pazarını Portabello zannetme. Kadıköy' deki Rus pazarı da bit pazarıydı.
2- Bir arajmanda sakın kendini ikincil plana itme. Seni senden başka kimsenin düşünmesini beklemek başkalarına da haksızlık.
Dersler Amsterdam tecrübemin acıklı olduğuna delalet edebilir. Ama değil, çok güzeldi. Özellikle yüzyıllık dostumla güneşin alnında, tapas barın kaldırım üstündeki küçücük masası başında ( http://www.tapasbarcatala.com/ ) kadeh tokuşturma halimiz, işte anın ta kendisi olarak kalacak bende..
Açılan kanal köprüleri |