Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Ağustos 2015 Pazar

GÜLEN GÖZLÜ İNSANLAR ÜLKESİ- FAS / KUSKUS


“Biraz iş biraz seyahat olur mu acaba?” diye konuşurken, dört kadın Fas’a gitmeye karar verdiğimiz andan itibaren Düğümlere Üfleyen Kadınlar ( Ece Temelkuran) moduna girmiştim.  Kanıma giren, iliklerime dahi iyi  gelen bu kitabı derhal kızların hepsine aldım. Gidene kadar okumalarını zorbaca tembihledim.  Herkes yanına beyaz uzun gecelik alacak ve gece terasta buluşacaktık. Bir şoför tutmanın daha iyi olacağı yönünde Faslı arkadaşımızdan bilgi gelince ben kitaptaki Eyüp’ümüzü  bulacağız  diyerek  havaya  dahi girdim diyebilirim.

 

Hayatın bana hazırladığı ufak bir sürprizi öngörememişim haliyle.   Çok tatsız tuzsuz şeyler yaşadım tam bir hafta öncesinde yolculuğun. Kitaptaki kadınlar da öyledir esasında değil mi? Hayatlarındaki problemli olayları, sorunları bırakıp adeta Tunus’a sığınırlar. Ama gene de yılmadım, kuyruğu dik tutup kendimi Kazablanka’ya attım. Kitabın aksine  üç kız kalmıştık   ve şoförümüz Eyüp kadar esrarengiz olmasa bile eski bir filmden çıkmışçasına  sevimli ve karakterliydi. Bizi   Vito‘muzla her yere o götürdü. Lokantaların, kulüplerin gece yarısı kapısında bekledi.  Tek kelime İngilizce konuşmadan  tüm programımızı bir şekilde anlamayı başararak hem de…Az kaldı yoksa ben Fransızca konuşacaktım! Allah korudu!

 

Şöyle bir sahne düşünün  önde  hizmetli kıyafetinde tek kelime konuşmayan  ve elinde iki bavulu çeke çeke ama oldukçada seri bir şekilde Marakeş’in eski şehirindeki (Medina) daracık  sokakları arasında ilerleyen Fas’lı esmer bir adam,  arkasında ona yetişmeye çalışırken nereye gittiklerini anlamaya uğraşan akça pakça üç kadın. Biri sürekli telefona  bakıyor ve sokaklar  izbeleştikçe, “Valla artık telefon da çekmiyor” diye söyleniyor, diğeri ise  “Ya bizim bavullar elden gidiyor ya da biz birazdan elden geçeceğiz!!!” diyerek adamın eteğinden  yakalamaya çalışıyor.  Gelinen son sokakta ortalık artık tamamen tenhalaşıyor bu da yetmezmiş gibi  otelin görevlisi olduğu iddia olunan ve araba giremediği için Medina’nın girişinden  bizi karşılayan bu  adam yıkılmakta olduğu için çeşitli yerlerinden cılız tahta direklerle desteklenmiş eski bir evin altında yer alan karanlık mı karanlık  tünele giriyor.  “Allah Kerim!” diyip biz de giriyoruz kalp çarpıntısı  içinde, kafada bin bir  kötü senaryo ile sonunda loş bir çıkmaz sokağa çıkıyoruz. Avluya açıldığı belli eski iki kanatlı ahşap kapının tokmağını vuruyoruz. Kapı açıldığında karşımıza çıkan kısa boylu, tıknaz,  güler yüzlü resepsiyoniste  ağız birliği yapmışçasına ve adrenalinin verdiği aceleyle  “Merhaba, rezervasyonumuz var ama biz bu otelde kalmazsak gene de  paramızı iade eder misin?”  diyiveriyoruz.

 
Riad Al Jazira


Biraz serüvenli başladı  yani her şey anlayacağınız.  Marakeş’in içerisindeki butik otellerde ( Riad deniyor hatta)  kalalım dedik üç kafadar. Otantik olsun… Kendimize  Medina tarafında The Guardian bloggerı tarafında  methedilen bir yer (Riad Al Jazira)  bulduk ve hiç aracısız kendimiz rezervasyon yaptık. Gelinen maceralı durum resepsiyonistin  bizi dinginleştirmek için  ikram ettiği bol şekerli nane çaylarıyla  son buldu. Kan şekerimizin yerine geldiğinden emin olan sempatik resepsiyonist “Alışırsınız! Güvenli bir şehir burası turistlere kimse dokunmaz” dedi ve bize  son derece ilginç, sade ve aslına sadık kalınarak  döşenmiş odalarımızı  gezdirmeye başladı. Ve hakikaten dediği gibi oldu ve üç gün boyunca biz o yolu  -  mahallenin deli oğlanının ufak bir hamlesi haricinde – oldukça güvenli bir şekilde yürüdük… Hem de topuklu,  askılı kıyafetlerle falan… Riad Al Jazira’nın kendine has mimarisi bizi çok  etkiledi. Sabahları ikram edilen kendi fırınında pişmiş yerel ekmekleri, puding tadında mutfakta mayalanmış yoğurtları ve ev yapımı reçelleriyle sunulan kahvaltıları ise nefisti.

 

 
Hayat standartları düşük, fakirlik yüksek ama tüm bunlara rağmen gülen gözleriyle, sıcak yerel insanların olduğu, rengarenk bir ülke Fas. Turizmle geçiniyorlar daha ziyade ciddi bir endüstrileri yok. Ama  Cuma günleri namazdan sonra kuskuslarını yiyip  kum rengi  binalarla çevrili sokakların arasında serincene bir yer bulup mutlu mutlu uykuya çekiliyor hepsi.  Rengarenk “Callebe” lerini giyip, kapüşonlarını kafalarına örtüp, kendi  iç dünyalarında huzur buluyorlar sanki.  Bu nedenle çok sevdim ülkeyi, ruhuma çok iyi geldi.

 

Ben gene en iyisi yapılacak bir top five listesi vereyim. Bilmişlik taslamak öyle içime işlemiş ki tavsiye vermeden duramama halinden oluyor hep bunlar …


Hassan II. Cami
 

            1- Kazablanka’da Hassan II  camisi yeni ama etkileyici bir yapı . Gezmek keyifli oluyor. Zaten THY Marakeş’e değil Kazablanka’ya uçuyor. Geçerken gitmemek olmaz.
 
 
 
 
 
 

2-      Marakeş’teki Medina’nın sokaklarında kaybolunacak, argan yağı satan aktarlarda ayak masajı yaptırıp,  Babuş ( terlik şeklindeki yerel ayakkabıları) , callebe, Fas lambaları alınacak. Pazarlık yapmaktan yorulmazsanız tabii…

3-      Jamaa El Fna Meydanında yılan oynatıcıları, babun terbiyecileri, sepetçilerin fotoları çekilecek. Teras kafelere çıkıp gazoz içilecek ( biz bulamadık valla pek başka bir şey)
Marakeş Meydan
 
Suvayr
4-      Kıyı şehri olan Suvayr‘ın Jim Morrison’ın zamanında burada takılmasına ilişkin hikayelerin etkisinden mi olduğu bilinmez ama adeta esrar kokan  renkli sokakları dolaşılacak.   Marakeş ne kadar kum rengiyse bu şehrin o kadar maviye dönüşü izlenecek.  Yerel örtüler, sanatçıların ufak el eserleri, köpek balığı dişi alınacak. Bu şehir daha ucuz bu arada..
 
 
 
 
 
 
 

5-      Akşam üstü  Medina’nın üstünden güneşin batımı bir terastan izlenecek. Dar Yacout isimli lokanta tavsiye olunur. Terası, yerel müzisyenleri, eski tip kristal kadehleri eşliğinde ortam bir film sahnesine dönüşüyor. An 360 derece idrak edilecek.

Jardin Mojorelle ve oyuncular!
 
6-      Yves Saint Laurent’ın   renove ettiği Mojorelle mavisinin doğduğu botanik park, Jardin Mojorelle şehrin en keyifli yerlerinden. Sabah erkencene gitmekte fayda var.

 

Yeme içme :

 


Kahvaltı
Geleneksel menüler sunan lokantalar önce mezeler sonra tajin ismi verilen kapaklı güveçlerde pişen kuskusları servis ediyorlar. Sonrasında tatlıları denemeyi ihmal etmeyin. Cesaretiniz ve yanınızla Reflor’unuz varsa sokak lezzetlerini deneyin. Kızarmış balıklar, mangalda kebaplar ve tajinler ikram eden bir sürü sokak lokantası var. Kokuları  buruna nefis geliyordu…

 

Benim favorilerim;

 

1-      Dar Yacout : en lezzetli kuskusları burada yedik. Ortam şahane.  Bir Riad’ın havuzlu avlusunda, udi eşliğinde şarkılar dinleyerek, gül yaprakları serpilmiş beyaz örtülü masalarda. Sonunda kocaman Pastillia adı verilen tatlıdan yemeyi sakın atlamayın.

2-      Comptoir Darna:  Bol dansözlü, gecenin sonunda dinleyeceğiniz harika club müzikleriyle ve bilimum  Afrikalı konsolosların takıldığı elegan bir havada kuzu etinizi yemek istiyorsanız burası harika.

3-      Maison Arab: Çok hoş bir Riad otel. Bir daha gitsem orada kalırım. Lokantası ve yemekleri çok hoş.

4-      Riad Dar Timtam; Geleneksel bir öğlen yemeği için Medina’ya yakın hoş bir seçim.

5-      Suvayr’in deniz kenarındaki kulübeden balıkçı lokantaları... Ege’nin balık pişiricileri havasında… Parmaklarınızı yalıya yalıya,  kiloyla aldığınız kabuklularınızı bankların üstünde yemek pek keyifli. Ucuz ve taze… İçki yok..

 

Bu kadar Tajin ve kuskus demişken bir kuskus tarifi vermemek olmaz. Ufak bir ayrıntı burada kuskus  incecik bir durum buğdayından yapılıyor. Makarna kuskus değil haliyle.  Kuzu etiyle, sebzeyle veya tavukla servis ediliyor.

 

Kuzu Etli Kuskus

 

Olay esasında çok basit; Kuskusları 1 bardak tuzlu kaynamış suda gene bir bardak gerçek kuskusu ( durum buğdayından yapılmış)  5 dk haşlayın ve soğumaya bırakın.

 

Hazır ya da evde yapılmış yarım bardak et suyuna başka bir yerde hafif sıvı yağında karamelize ettiğiniz  iki soğan, 2 küp kesilmiş  domates, iricine bir çimdik toz safran, iki küçük  dilimlenmiş şalgam, bir çay kaşığı kırmızı toz biber, bir tane kırmızı yağ biberlerinizi, defne yaprağınızı , 1  tatlı kaşığı toz zencefil, 1 çubuk tarçın, 6  diş kadar sarımsak, 1 tatlı kaşığı ince kesilmiş taze kişnişinizi ekleyin. Sonra iricine kesilmiş kuzu etlerinizle bu karışımı haşlayın. İçine isterseniz  dilimlenmiş patlıcan ve kabaklarınızı ekleyebilirsiniz. Tuzu ihmal etmeyin. Sonra yaptığınız bu karışımı  hafif kalan sosuyla birlikle kuskusunuzun üstüne ekleyin. Karıştırmayın. Pilav üstü nohut misali..

 

Tüm bu işlem için Faslılar ya iki katlı özel tencerelerini ya da tajinlerini kullanıyor . Sizde bunlar yoksa üzülmeyin.  Her halükarda olur.

 

15 Mart 2015 Pazar

İsimlerin gücü/ Humus

Türkler isimlerin gücüne inanır. Bebeklerin  isimlerini kulaklarına fısıldarlar dualarla. Baktığında isimlerimizin  nerdeyse her birinin  anlamı vardır. Yani  batı isimlerin aksine, bizim isimlerin her biri içinde bir mana barındırır. İdil'e hamile olduğum zamanlar elimize bir isim kitabı alıp oradan okumaya başladık. Çünkü isimlerin kişiler üstünde etki bıraktığına hepimiz az çok inanmışız galiba. İdil doğa manzarası, pastoral görünüm ve daha da güzeli Volga ırmağına Türklerin verdiği isim olarak çıktı karşımıza. Hiç tereddütsüz "Bu!" dedik  Murat'la... Oysa diğerlerinin her birine bir mazeret bulmuştuk. İlla ki bir su, doğa nosyonu olsun istemiştim İdil'in isminde ve hakikaten doğanın içerisinde büyüdü o, en azından ilk beş sene ...  Bir gün birileri  Polonezköye'deki oturduğumuz sitenin evlerini mafyaya satmaya karar verince ve biz de yirmidört saat içerisinde sevgili evimizi satmak zorunda kalıncaya kadar... Bu hikaye ve  devamında benim bostan sevdam  blogumun taslak yazıları bölümünde  uzun zamandan beri duruyor... Birgün mutlaka paylaşacağım.


Her neyse konumuza geri dönersek  kendi ismimi de  pek bir araştırmışlığım vardır açıkçası. Aslen dini bir isim. Kur'an da RA'D suresi 29.ayet'te geçer Tuba.
"Ellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti tûbâ lehum ve husnu meâb(meâbin)."
Bir kaç farklı mealde şöyle belirlenmiş:
Elmalı : Onlar ki iman etmiş ve iyi işler istemektedirler; ne hoş mutluluk onların, istikbal güzelliği de onların!
Yaşar Nuri Öztürk : İman edip hak ve barış uğruna iyi işler yapanlara mutluluk ve müjde var, güzel bir gelecek var.
Ahmed Davudoğlu ( evdeki Kur'an meğer onun mealiymiş) : İman edip yararlı işler yapanlara mutluluk ve yurdun güzeli vardır.
Bir başka meal'de : İman edip imanın gereğini yaşayanlar var ya, onlara Tûba (cennet ağacı) ve hakikatlerindekini yaşamanın güzellikleri vardır.



Kısaca güzel yurt, güzel istikbal, cennetteki ağaç gibi değişik  yorumlar var. Babannem bana cennetteki ağaç diye anlatırdı ona sorduğumda, iyilik ağacı, güzellik ağacı derdi. Arkasından da rüyasından bahseder ve nasıl bu ismi koymaya verdiğini gururla anlatırdı. Hikaye  şöyle:
Babaannem hacca gidiyor ( bir kaç kere gitmişliği vardı Hacca, dindar bir kadındı, ama hiç bir zaman sofu olmadı, evinde duvarda  Ataturk ve İnönü'nün resimleri yan yana asılıydı, Trakya sentezi diyorum ben buna:) ) tabii o zamanlar çok uzun sürüyor ziyaretler.   Pembe Hanım da arkadaşıyla bir odada kalıyor ve bir gece ruyasında uyuyorken iki sarı kumru göğsüne konuyor. Babannem onları pek  seviyor ve okşuyor.  Biri uçuyor, diğerinin ayaklarına iki pembe kurdele bağlıyıp süslüyor Pembe, sonra bu bizim olsun diyip konsolun üstüne biblo misali koyuyor. Sabah kalkıp arkadaşına; "Galiba  bizim gelin bir kız bebek dünya getirdi, isimini Tuba koyacagım." diyor.  İsmim özellikle "ğ" ile yazılmamış. Çünkü Kur'an daki yazılımı  "Tûba"'ya daha uygun dediler bana.  Ta ki şapkalar kalkana kadar  nüfüs cüzdanımda öyle yazdı. Ama şimdi değil...


Her neyse işin ilginç yani bir gün sembollere ilişkin bir   söyleşiye gittik ablamla.  Hayat ağacını anlatıyordu Alparslan Salt. Bir çok dinde ve inanışta yeri olduğundan bahsediyordu bize. "Şamanizimden, Museviliğe hepsinde..." dedi.  Dalları semavi dünyayı, gövdesi bu dünyayı, kökleri ise ruhlar alemini sembolize eder diye ekledi.  Ben atladım hemen, "Tuba ağacından mı bahsediyorsunuz?" "Evet" dedi. Sonra devam etti Hinduizimde  de var  hayat ağacı sembolü ve üstünde eğer kuş varsa reakarnasyonu sembolize eder.  O an  Pembe'nin kumrusu geldi aklıma. Şaşırıp güldük ablamla..
 
 
İnsanın isimleri hayatında öyle güçlü ki onların  görmekten haz alıyoruz. İşte bu  nedenle bir Çalışan  Kadın tüyosu vereceğim. Birlikte çalıştığımız insanlara, aileye, arkadaşlara yaratıcı ve  çabuk tarafından hediyeler almak isteriz. İnsanlar isimlerini üstünde gördükleri hediyeleri aldıkları zaman çok hoşlarına gidiyor. Masamda ismim yazılı Nutella'yı bulduğumdaki gibi mesela. Ablam  böyle hediyeleri pek bulur, yaptırır... Bana harika bir web sitesi önerdi. Denenmiş, iyi işleyen, malları kaliteli. Ben de size  önereyim.  Mutfak önlüklerine, aşçı başlıklarına, çantalara ve  yastıklara  v.b.'ne sadece isim değil istediğiniz mesajı yazdırabiliyorsunuz. Ve çok da hesaplı ;) Hikayesi olan hediyeler ...http://www.giftomino.com/
 
Böyle Arap yarımadasına falan uzanınca benim içimden nedense bir Humus tarifi vermek geldi.  Yaptığım tüm humuslarda  senelerce İskenderun'da yediğim ilk Humusun tadını yakalamaya çalıştım. Ama nafile.. Ta ki Jale Balcı Antakya ve Yemekleri  kitabını çıkarıncaya kadar. Tarifler çok başarılı, üfürükten tayyare değil yani. Hepsi çalışılmış tariflere benziyor. Ben kitaptan ne yaptımsa iyi sonuç elde ettim. Antakya'ya ilişkin  harika kültür ve tarihi bilgiler de veriyor.  Benim gibi Antakya yöresi mutfağı hastalarındansanız  şiddetle tavsiye olunur. Hatta Jale Hanım'ın bir lokantası var Zekeriyaköyde... Gidemedim ama mutlaka bir Antakya gecesine katılmak istiyorum http://www.lokantafarina.com/index.html
 

 
 
Ay! yazdıkça yazdım bu sefer...   Humus tarifini vermeden önce de  bir kaç şey söylemem lazım ama, napıyım?  Ben Humus'u haslanmış kuru fasulye ile de yapıyorum. Hiç beklemeyeceğiniz kadar başarılı oluyor. Sadece meze olarak değil dürümlere, sandviçlere sos olarak da çok yakışıyor. Çocukların öğle yemekleri için konulan sandviçler  için ideal mesela... Ama bu amaçla kullanacaksanız sarımsağı tek diş ve küçük koyun derim. Çocuğun sosyal hayatını sabote etmenin manası yok haliyle....

HUMUS

1  su bardağı haşlanmış nohut ya da kuru fasulye
4 yemek kaşığı tahin (Lübnanlı arkadaşım Türklerin humus yaparken çok tahin koyarak hata yaptıklarından bahsetmişti. Bu nedenle tahin oranına sadık kalın derim zira benim böyle bir yatkınlığım vardı),
1 kahve fincanı nohut ya da fasulyenin haşlama suyu
1 kahve fincanı zeytinyağı
3 çorba kaşığı limon suyu
2 diş sarımsak
tuz, kimyon

Nohut ya da kuru fasulyeyi fazla oranda haşlayın kalanını poşetleyip dondurun. Hızlıcana hareket etmeniz gereken zamanlarda imdadınıza yetişir. Bir de bence hazır konserve olanları da gayet başarılı ve hatta en iyi humus bana sorarsanız onlarla oluyor. Bence çekinecek hiç bir şey yok :). Konserve pastorizasyon demek içinde illa ki yüzlerce katkı maddesi olacağını zannetmeyin.  Haşlama suyundan mutlaka 1 kahve fincanı ayırın. Nohut/ fasülye, 1 kahve fincanı haşlama suyu, kimyon ve sarımsağı  mutfak robotundan geçirin. Zeytinyağı ve limon suyunu ekleyin biraz daha çekin. Arada kaşıkla altüst edin. Bu mezede parçaların ağıza gelmesi herkesi bozuyor. Bu nedenle rondonun motorunu yakmadan ( ben çok yaktımda!) bir iki dakikalık aralar vererek bol bol çekin. Tahini ilave edin, gene çekin.  İyi humus macun kıvamından biraz daha sulucana olmalı. Buna göre ayarlarsınız. Üstüne pastırmaları hafif  zeytinyağında kavurup ilave edeceğim derseniz sizi kimse tutamaz. Ama bir süre görüşmeyelim derim!!!  Yoksa hafif pul ya da toz kırmızı biber gayet yeterli servisiniz için...