Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Aralık 2011 Cumartesi

Kremalansakta mı kalsak ?/ Creme de Cassis

Carine Roitfeld'in "Irreverent "kitabından
Geçen gün gene yaştan bahis açıldı. Çevremdeki bir çok arkadaşım, ben dahil bu sene ya 40'ına giriyor ya da girdi bile. Herkesin konuştuğu ( Allah için, gelen global kriz konusunun ardından, o kadar da light değiliz!)  ne kadar Karatay yapsak, botokslasakta mı çizgileri aşsak, kuaförde kaç saat daha az geçirsek ve ödesekte karamel rengi yakalasak?  Estetisyen olan arkadaşların adları konuşulur olur, yaptıran mutlu, yaptırmayan pişman değil  gibi gözükmeye çalışır.  Yiğitliğe el sürdürmemekle birlikte kafada binbir soru, acaba çok mu kötü gözüküyor kendi gözü, gö.ü veya göğüsü... Kadınların güzel kalması yolunda hissettikleri  baskı mahalle baskısının ötesinde ve taciz boyutunda. Bunu o kadar içselleştirmişiz ki baktığımızda gördüğümüz yüzü, vücudu her yıl geçtikçe nefretle seyreder olmuşuz.  Sürekli diyet  yemekler yemekle ne kadar üstün işler çıkardıklarını düşünen, gayet makul kiloda olmalarına rağmen sürekli şişman olduklarından bahseden, platformlarla yollara dökülüp  raşitik olmayı  göze alan adete hastalıklı  bir cins haline dönüşmek üzereyiz.   Kimseye değil önce kendime söyleniyorum tabii ki.  Üç haftadır güyya Karatay ( Tuba versiyonu) yapmaya çalışıyorum. Niye?  Fashion TV güzeli mi olacağım? 1.57 boyla biraz zor. Saçıma aldığım şampuanın doğal olup olmadığını anlamaya çalışan,  etiketini  satır satır okuyan ben  daha geçen hafta botoks yaptırıp yaptırmamayı sorguladım kendi kendime. Bu ne çelişki? Ve nereye kadar? Her geçen sene başka bir yer alarm vermeye başlıyor. Selilüetlerimi yok edecek sistemler diyorsun ya kılcal damarlarını patlatma riskini alıyorsun ya da nodüllerinin büyümesini, rejim yaptığında ise bazı hastalıkları tetiklemeyi, botokslarken yüz felci geçirmeyi, diğer ameliyat hallerinde olabilecekleri saymaya gerek bile yok.   Bir yerleri düzeltmeye çalışırken aldığımız risk oranı o kadar yüksek ki! Hiç bir şeye karşı değilim! Bizi gerçekten mutsuz ettiğine inandığımız yerlerimiz için estetik ameliyat olmaya hele hiç karşı değilim. Yirmilerimde ilk  parayı bulduğumda kaşık kadar suratımda atalarımdan yadigar Fatih Sultan Mehmet burnumu koşa koşa yaptıran bendim. Ama artık bakıyorum da taciz boyutu o kadar yüksek ki bu işlerde, gerçekten biz mi rahatsısız bazı yerlerimizden, yoksa rahatsız hissetmeye mi zorlanıyoruz ? İşte bu noktada çelişkideyim.

Geçen gün bir modacının söylediği bir lafı twitledim, "Kadının daimi olarak seksi olması ne gardrobuyla, ne de, üzücüdür ki, vücüduyla mümkün değil, birinden birini zamn geçtikçe uyarlamak zorunda. Ve hatta bana sorarsanız beş senede bir..." İşte durum budur.  Her seferinde daha gencini  bulan yaşlı erkekler, iş yerlerinde iltibas gören skinny  uzun bacaklılar, onu bırakın en basitinden kumsalda samimiyetle! yapılan göbek uyarıları tüm bunlar üstümüze kabus gibi çöküyor ve çizgilerimizin bize sunduğu  manalı yüzlerimizi sevmez oluyoruz.

Annemlerin zamanını hatırlıyorum, hepsi  etine dolgun, emzirmiş olduğu son derece belli,  hafif selilüetli kadınlardı..   Kırklarında annelerdi işte onlar.  Çoçuk doğurmuş, bakmış, çalışırken ayakta durmaktan belki biraz varisleri olmuş  ama bunları bir kere bile sorgulamamış, plajda birbirlerinin sırtlarına  havuç yağı süren zaten cilt bakımları limon, salatalık ve Nivea'dan öteye gitmeyen mutlu kadınlardı onlar. Hiç kimse bir diğerirni " Neden  36 beden değilsin ?" diye sorgulamıyordu. Uçuyor muyum bilmiyorum ama erkekler bile sormuyordu gibi geliyor bana.

Biz bence bu hale getirdik ortalığı. Benchmark ediyor adamlar liposakşınlı,  çıt çıt saçlının üstünde mini etek iyi durdu mu "Tamam bu daha güzel"  diyor. "Yav bu doğal değil diyorsun"  kimin umrunda. Kadın tüm işlemlerini riskini,  bazen finansmanını alıp yürüyüp gittikten sonra ona mı düşmüş  sorgulaması. O pakete bakıyor. Eee haklı!

Amsterdamda bir şey dikkatimi çekti, herkes pek doğaldı. Yüzyıllık t-shirtlerin üstüne giyilmiş eski hırkalar, iyicene bir yerelerden alındığı belli ama en az beş senelik ayakkabılı iş adamları... Ama çoğunun bir hobisi, bilgiye susadıkları bir ilgi alanı ve elinden düşmeyen kitapları var. Ben biraz derviş misali buldum bu durumu, iç dünyasını geliştirmeye çalışan ve şeklin öneminin olmadığını kavramış bir topluluk gibi gözüktü bana ve pek özendim. Tamam kabul ediyorum genetik olarak zaten şanslı bir topluluk ama ben gene de eminim onlar da daha iyi görünmek için çabalayabilirlerdi.  Bunu yapmaktan ziyade içsel dünyalarına yatırım yapmayı seçmişler gibi geldi. Helal olsun diyorum ve darısı başımıza.

Tüm bu Küzey Avrupa ırkı kadınlarını incelerden dikkatimi yemek öncesi içtikleri bir içki  çekti. ( Bak şimdi nerden nereye?) . Aynı şekilde bizim Nünü'de koştura koştura geldi Cenevre'den "Yav bir kokteyl içtim harika!  Duty free deki adamlara sora sora menşeini de buldum, Creme de Cassis." Kokteylin adıysa üstaddan geldi haliylen "Kir  Royal".  Bir de ekledi, "Creme De Cassis,   Avrupa'da gümrük birliğinin yani serbest mal dolaşımının yapılmasını sağlayan ilk Avrupa Adalet Mahkemesi kararına konu olma ünvanına sahip."  Şöyle ki; 1979 da Alman bir firma Fransa'da  yüz yıllardır imal edilen bu tatlı kuş üzmü likörünü ( ilk keşişler tarafından yapılmaya başlanmış) Almanya'ya ithal etmek istediklerinde  Almanya bu likörün alkol oranının  kendi mevzuatlarınde ne  yüksek alkollü içeçek ne de düşük alkollü içeçek tarifesine uymadığından bahisle ithalatı reddetmiş.  Bunun üzerine konuyu üşenmeyip Avrupa Mahkemesine taşıyan firma ilk Avrupa içindeki sebest ticaretin adımının atılmasını yarayan kararı almış. İşte bu ünlü likörü kadehe 1/4 oranında kadehe koyup 3/4 oranında da üstüne şampanya ekledinizmi oldu size Kir Royal.  Ama Nünü konuyu basitleştirip ( şampanya her daim buzdolabınız da olmayabilir :)  şampanya yerine bunu beyaz şarapla ikram etti bize. Ben de bir akşam aynı  seyi içine birazcık  soda  ekleyerek yaptım. İşte  size çakma Kir Royal! 

2012 değişim yılı!  Kimi diyor Kova yılı, kimi diyorki Astek takvimindeki döngünün  bittiği yıl, kimi de diyor ki sıfır noktasına geçiş dönemi Her ne olursa olsun bana hepsi artık insaniyet için  biraz değişme vaktinin geldiğinin  gösteriyor. Mesala finansal olarak müthiş bir krizin geldiği söyleniyor, iklim zaten ayvayı yiyor gün be gün...  Bize Tanrı bence artık bu maddiyat ve şekil üstüne kurulmuş dünyadan biraz  gözlerimizi kendimize, içimize,  kalbimize çevirmemiz gerektiğine işaret ediyor. Ben buna hatta  bir slogan bir geliştirdim " Back to Basics" . Karmaşık düzenden ve acaip savunma mekanizmalarından sıyrılıp en basit ahlak kurallarına dönmenin vakti geldi geçiyor.  Yalan söyleme (dürüst ol), haram yeme (çalma), israfa kaçma, sözlerini tut yani sadık ol ve bence en önemlisi kimsenin hakkına göz koyma.  Bu yılbaşı biz Kir Royale'lerimizi değişime kaldıracağız! Herkese iyi Yıllar!